OSMANLI İMPARATORLUĞU NEDEN ÇÖKTÜ,TÜRKİYE NEDEN KALKINAMADI
Posted in Günlük Görüş ve Yorumlarım on 6 Kasım 2013
Bu konu bir tv dizisi dolayısıyla aklımı kurcaladı ve yazmak ihtiyacını hissettim. Bu yazı bir tarih derlemesi değil, tarihi süreci dikkate alan bir yorum yazısıdır.
Dizide Kanuni Sultan Süleyman döneminde yeniçerilerin şehzade Mustafa’yı başa geçirmek için başkaldırışları ve yeniçeri ağasının öldürülüşü gösteriliyordu.
İşte tam bu, dedim kendi kendime. Osmanlı İmparatorluğunun çöküş nedeni apaçık ortada. Yeniçeriler askerlik görevlerini bir kenara bırakmışlar, mevcut padişaha karşı şehzadeyi kışkırtarak onun öldürülüşüne kadar varan bir siyasi olaya güçleri sebebiyle müdahil olmaya çalışmışlardır. Buna karşılık iktidar ortak kaldırmaz. İktidar, otoritesine ortak istemeyeceği gibi otoritesinin zayıflamasına da izin vermez. Nitekim Kanuni gibi güçlü bir padişah buna müsaade etmemiş ve oğlunu dahi öldürebilmiştir. Fakat bu şekilde haremin de karıştığı saray oyunlarına alet olarak, asker siyasete girmiştir. Zaten bundan sonra da sefere çıkan kudretli padişahlar çıkmamış, Osmanlı önce duraklama, sonra da çöküş dönemine girmiştir.
Osmanlı tarihi incelendiğinde yeniçerilerin bundan sonra hep siyasetin içinde olduğu ve padişahların katline kadar (Genç Osman, III. Selim vb.) işi götürdükleri görülür. Bütün bu sebeplerle II. Mahmut yeniçeri ocağını kapattığında olay vaka-i hayriye (hayırlı olay) olarak adlandırılmıştır.
Fakat askerin siyasete karışması maalesef daha sonraları da devam etmiştir. Plevne’de muhasara altındaki Gazi Osman Paşa’ya şahsi ve siyasi hesaplarla yardım gönderilmemiş ve Plevne kaybedilmiştir.
Balkanlar elden giderken asker bunu önlemeye çalışacağına, padişaha karşı örgütlenmiş İttihat ve Terakki partisini bizzat ordu mensupları kurmuştur. Sonuçta 1908 de sultan II. Abdülhamit Han halledilmiş, ardından Balkan savaşları ve I. cihan harbiyle Osmanlı İmparatorluğu sona ermiştir.
Ordu bu dönemlerde kimin hangi görevleri yapacağını belirlemeye, hatta padişahları öldürmeye (sultan Abdülaziz) veya halletmeye kadar işi götürmüştür. Bu olaylarda liyakat değil, bizden veya değil değerlendirmesi öne çıkmıştır.
Bu durum cumhuriyetin kuruluşundan sonrada aynen devam etmiştir. Ordu vatanı biz kurtardık Cumhuriyeti biz kurduk, biz koruruz, en iyi biz biliriz duygusu ve dürtüsü ile hareket etmiş ve milleti değiştirmeye kalkmıştır. Gerçekte ise değiştirmeye çalıştıkları millet, değiştirmeye çalıştıkları değerleriyle var olmuş ve vatanı bizzat milletin kendisi kurtarmıştır. Atatürk ve diğer komutanlar ise o sel olmuş bağımsızlık arzusunu bilgileri ve görevleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Türk milletinin milli ve manevi kişiliğiyle esaret altına alınacağını düşünmek ve bunu kabul etmek mümkün değildir.
Fakat maalesef cumhuriyetten sonra bu milleti millet yapan değerler hakir görülerek değiştirilmeye çalışılmış, şanlı tarihimiz nefretle anılır olmuştur.
Bu millet, komutanına askerde iken itaat eder. Fakat dünyayı yönetme cevherini genlerinde taşıyan bu millet, askerden ayrıldıktan sonra, o komutanının kendi emrine girmesini ister. Çünkü yönetenin millet olması gerektiğini çok iyi bilir.
Türk milleti kendisini güçlü kılan kendi milli ve manevi değerleri ile devletler kurmuş ve dünyayı yönetmiştir. Bu milletin benliğinden bu değerleri alır veya değiştirirseniz O’nu yok edersiniz. Millet bunun bilincindedir. Bu karakteri, genetik yapısından ve tarihinden almaktadır.
Bu sebeple Türk milleti değerlerine sahip çıkmış ve ordu gücü ile karşı karşıya kalmak pahasına değiştirmemiştir.
Bu millet asla ordusuna karşı silah çekmemiştir ve çekmez. Fakat yeri geldiğinde o orduyu yönetmesini ve yönlendirmesini iyi bilir. Milletini yönlendirmeye çalışan ordu milletin yönüne döner.
Türk milleti daha Atatürk zamanında dahi kendisine seçme ve yönetme gücü verildiğinde iradesini güçlü bir şekilde ortaya koymuştur. Cumhuriyetçi Terakki Perver Fırkası ve Serbest Fırka kurulduğunda üzerindeki baskıya ve değiştirilme iradesine karşı koyarak teveccühünü bu partiler yönünde belirtmiş ve bu partiler kapatılmıştır.
Bu baskı o kadar artmıştır ki Atatürk’e Erzurum kongresi öncesi ”emrinizdeyim paşam” diyerek Atatürk’ün liderliğini kabul ettiren ve Atatürk’ün Atatürk olmasını sağlayan Kâzım Karabekir Paşa ve Atatürk’le beraber olan beşliden diğer dördü (Kâzım Karabekir Paşa, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele) hainlikle suçlanmışlardır. Benden değilsen hainsin mantığı işlemiştir.
İsmet İnönü’nün baskısıyla yapılan değiştirme uygulamalarında değerlerine sahip çıkan millet için İstiklal mahkemeleri kurulmuş çok değerli insanlar katledilmiştir.
Özellikle İsmet İnönü devrindeki (Atatürk’ün ölümünden sonra) uygulamalar halkın değerlerine tam bir saldırı ve yok etme zihniyetine dönüşmüştür. Atatürk’ün sağlığında yapılan bir kısım kalkınma hamleleri bu devirde tamamen durmuştur. İsmet İnönü milli şef olmuş, Atatürk’ün resmini paralardan ve duvarlardan kaldırmıştır. Çünkü Atatürk milletin sevgisini kazanmış bir liderdi. Zaten Atatürk zamanındaki kalkınma hamleleri yine milletin arkasında olmasından kaynaklanmıştır.
Bütün bu baskıya rağmen millet değişmemiş ve ilk fırsatta kendi değerlerine sahip çıkan Demokrat Partiyi ve rahmetli Adnan Menderes’i iktidara getirmiştir. Milletini arkasında hisseden hükumet ve hükumetiyle bütünleşen millet büyük bir ilerleme ve kalkınma gerçekleştirmiştir.
Milletin teveccühü değişmeyince ve Demokrat Parti iktidarda kaldıkça Ordu ve Ordu’dan siyasete geçmiş eski siyasi liderler (İsmet İnönü vb.) bundan rahatsızlık duyarak komplolar kurmuşlar ve 1960 ihtilalini yaparak ülkenin başbakanını ve 3 bakanını katletmişlerdir.
Fakat ordunun siyasete müdahaleleri ve milleti değiştirme operasyonlarına rağmen demokrat Partinin devamı olduğunu söyleyen ve milletin değerlerine sahip çıkan Adalet Partisini ve Süleyman Demirel’i iktidara getirmiştir. Ülkemiz bu dönemde de kalkınma hamlesine girmiş, barajlar yapılmış, GAP projesi başlatılmaya çalışılmıştır.
Fakat ordu içindeki güç 12 mart muhtırası ile ve çeşitli öğrenci komplolarıyla bu dönemi de sonlandırmıştır.
Esasında bütün bu olaylarda iki önemli ayak vardır. Birincisi ordunun siyasete müdahalesi ve seçkinlerle birlikte milleti değiştirmeye ve değerlerini yok etme müdahalesi, ikincisi ise değerlerine sahip çıkan, yönetim iradesi bendedir diyen millettir.
12 mart muhtırasından sonra ordu siyasetten elini hiç çekmemiş, cumhurbaşkanı seçme krizleri ve çeşitli ihtilal olgunlaştırma komploları ile milleti kamplara bölmeye çalışmış ve sonuçta binlerce gencimiz ölmüş, ekonomi geriye gitmiş ve 12 eylül 1980 ihtilali gerçekleşmiştir.
İhtilalin olgunlaştırma safhaları oluşturulurken ülkemiz 1 cente muhtaç hale getirilmiştir.
İhtilal sonrası askeri anayasa oluşturularak askerin vesayet ve kontrolü emniyet altına alınmıştır. Bir çok özgürlükler kısıtlanmıştır. Bu arada yeni kurulacak partiler izne bağlanmış, istenmeyen adayların seçime girmesi engellenmiş sadece 3 partinin seçime girmesine müsaade edilirken, Kenan Evren mitinglerinde özellikle emekli orgeneral Turgut Sunalp’in partisine oy verilmesini istemiştir. Yine Kenan Evren halkın içinde babasının gözü önünde kızının başörtüsünü açmış, Erzurum’da ramazan gününde miting alanında halkın gözünün içine baka baka oruçlu olmadığını ve tutmadığını söyleyerek su içmiştir. Bütün bunlar milletin değerlerini yok etmeye ve onu küçük ve hor görmeye dönük davranışlardır.
Fakat bunlara rağmen millet kasım 1983 seçimlerinde Kenan Evren’in baskısına rağmen Turgut Özal’ı tek başına iktidara taşımıştır. Bu devirde milletin kesin desteğini arkasına alan Turgut Özal büyük bir kalkınma hamlesine girmiştir. İletişim ve bilişim alt yapılarında devrim niteliğinde gelişmeler yapmıştır. Türk lirasını koruma kanununu kaldırarak milletin parasını istediği gibi kullanmasını sağlamış ve insanımızda parayı kullanabilme işletebilme becerisi ortaya çıkmıştır. Banker krizleri olmasına rağmen insanımız ekonomiye direk katılmayı çok sevmiş, kartellerin dışında yeni ve milletin dayanışmasının eseri olarak sermaye grupları oluşmuş Anadolu aslanları tabiri ortaya çıkmıştır. Milletin bu ticari, teknik ve bilgi becerisi ülkemize çağ atlatmıştır. Turgut Özal öncesi ve sonrası ifadesi oluşmuştur. Bu atılım ve kalkınma hamlesi Adnan Menderes zamanında da yaşanmıştır. Millet o devri özlemişçesine Turgut Özal’ı benimsemiştir. Bu dönemde ekonomik atılımla birlikte Türkiye sınırlarının dışına çıkmış ve bölge lideri olmaya soyunmuştur. Bu güçlü ve ileri güven dolu dünya görüşü sonrası Turgut Özal Türkiye’nin nüfuz alanının Adriatikten Çin seddine kadar olduğunu söylemiştir. Sovyetler Birliğinin yıkılışı ile kurulan Türki cumhuriyetlerle ileri derecede gönül bağı kurmuştur. Türkiye’nin bu öz güvenine dayanan atılımı Turgut Özal’ın öldürülmesi ile durdurulmuştur. Süleyman Demirel zamanında vesayetçi politikaya teslim olunmuş ve bu atılım hamlesi durmuştur. Aynı zamanda milletle tekrar kopuş başlamıştır. Millet kendi değerlerine sahip çıkacağına inandığı ve kendi değerlerini yaşayan ve savunan Necmettin Erbakan’ı 1995 aralık seçimlerinde iktidara getirmiştir. Bu dönem kısa sürmüş fakat enflasyon düştüğü gibi çalışanların maaşlarında hatırı sayılır artışlar olmuştur. Halkın inancına ve değerlerine dönük söylemler ve bu iktidarın ordu tarafından laiklik elden gidiyor (hakimiyetimiz elden gidiyor!) endişesi ile 28 şubat Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ile Erbakan’a baskılar artıyor ve Erbakan istifa ederek başbakanlığa Tansu Çiller’in getirileceğini ve hükümetin devam edeceğini düşünürken Cumjurbaşkanı Süleyman Demirel askerin baskısı ilehükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi ve DYP parçalanarak Hüsamettin Cindoruk liderliğinde uydurma bir parti kuruldu ve hükümet teşkil edildi. İşte bu 28 şubat süreci ile birlikte milletin değerlerini değiştirmeye yönelik sert tedbirler alındı. Bir kısım büyük basın bu işin angajmanını aldı. Toplumda ayrışmalar körüklendi. Baş örtüsü olan kız ve kadınlarımıza dönük ağır yaptırımlar uygulandı. Kuran kursları kapatıldı vb. Netice toplumun bütün enerjisi alındı. 1999 seçimlerinde Refah Partisi yerine kendi inancını dillendiren ve Refah Partisini ürkeklikle suçlayarak milletin değerlerini koruyacğına söz veren MHP %19 oyla ikinci sırada meclise girdi. Hükümet kuracak gücü olmasına rağmen kendisine uygulanan baskılarla Bülent Ecevit liderliğindeki hükümete girdi. Bu devre artık milletin inancını savunacak pati de kalmamıştı. Refah partisi yerine kurulan Fazilet partisi kendisine rejimin yaptığı baskıları savuşturmaya çalışırken direniyor fakat gücü yetmiyordu. Neticede Fazilet partisi de kapatıldı. Bu dönem ülkenin ekonomik ve sosyal ağır krizlerle karşı karşıya kaldığı buhranlı bir dönem oldu. Hortumlamalar ve banka batmalarıyla kamuya 70 milyar (katrilyon) tl zarara uğratan, gecelik faizlerin %1500 leri bulduğuağır bir dönem oluşmuştur. Sonuçta Amerika’dan Kemal Derviş kurtarıcı olarak getirilmiştir. Bu şekilde askeri vesayetin yanında uluslararası vesayet ve IMF hegemonyası ülkeye hakim olmuştur.
3 kasım 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (Akparti) milletin değerlerine sahip çıkması ve askeri vesayete karşı çıkşıyla %34,7 oy ve 364 milletvekili ile güçlü bir şekilde iktidara geldi. Millet yine üzerindeki bütün baskıya rağmen kendisini dillendiren ve milleti millet yapan değerlere cesurca sahip çıkması sebebiyle genlerindeki yönetme iradesini ortaya koydu. Ben benim değerlerime sahip çıkanı yönetime getiririm dedi.
Artık Türkiye’ de halkın inanç ve değerlerine sahip çıkan, ötekileştirmeyen, herkesi samimiyetle kucaklayan bir lider(Recep Tayyip Erdoğan) ve bir yönetim vardı. Bu dönemden itibaren Türkiye yine büyük bir kalkınma ve demokratikleşme hamlesine girdi. Askeri vesayeti ve statükoyu korumaya çalışan güçler (asker, yargı, bir kısım basın ve bir kısım işdünyası) yargı darbesi, askeri darbe girişimleri, Ak partinin kapatılma girişimleri ustaca bir yönetim ve halkın desteğiyle (her seçimde artan ve %50 yi aşan oy oranıyla) boşa çıkartıldı. Demokratikleşme ve ekonomik gelişme bir devrim niteliğindeydi. IMF ye borçlar tarihte il defa sıfırlandı, hatta IMF ye % milyar (katrilyon) katkı verildi. Bağımlılık sona erdi. 12 eylül 2010 tarihindeki anayasa reforandumunda halk %58 i aşan oy oranıyla yapılanları destekleyince yargı üzerindeki baskı kalkınca demokrasiye darbe, teröre destek veren bütün oluşumlar açığa çıkarıldı, yargılandı ve hüküm giydi. Milletin ayağındaki prangalar çözülmüştü. Ordu da kendi işine döndü ve 2012 yılında terör örgütü en büyük darbeyi yedi (benim yılım olacak dediği yılda). MİT’in gerçekten millileşmesi Hakan Fidan’ın müsteşarlığıyla sağlandı. Artık Türkiye ordusuyla, ekonomisiyle, dış siyaset yönetimiyle bölge gücü ve bir dünya devleti haline geldi. İçeride kardeşlik kavramı içinde çözüm süreci işletildi. Bu sayede 1 yıla yakın şehit verilmedi. Bütün bunlar milletin kendine güvenini ve kardeşliğini arttırdı. Araya sokulmaya çalışılan Gezi olayları gibi vesayet güçlerinin yaptığı tepkiler (direniş demek yanlış olur, çünkü çok az birkesimin katılımı vardı) etkisizleştirildi. Başabakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı büyük mitinglere milyonu aşan halk desteği bu cılız tepkileri daha da etkisizleştiridi.
Artık Türkiye kendine güvenen, güçlü ekonomisi, istihbaratı ve ordusuyla kendi stratejik iç ve dış planlarını yapan gerçek bağımsız bir devlet haline geldi. ABD ne der, AB ne der, şu ne der, bu ne der bakmadan kendi doğrusunu cesurca ve dürüstçe ortaya koyan Türkiye bütün İslam dünyasının da zihinsel ve gönül liderliğini kazandı. Bu batı dünyasında korku yarattı, Türkiye’nin gönül liderliğinden gerçek liderliğe çıkacağı korkusu gelişti. Bunun neticesinde şu ana kadar savunageldikleri (demokrasi, insan hakları vb.) değerleri hiçe sayarak Türkiye’ye karşı tedbirler almaya başladılar. Suriye ve Mısır’da olduğu gibi.
Korkunun batıya faydası yoktur. Türkiye, milletin gerçek değerlerine sahip çıktığı, tarihin her dönemindeki gibi şaha kalkmıştır ve kendine güvenmektedir. Batı bunu durdurmak için içimizde Gezi vb. birçok provakasyon yapacaktır. Tek çözüm milleti serbest bırakmaktır. Millet içindeki saklı tuttuğu dünyayı yönetme cevherini açığa çıkardığı sürece artık Türkiye bir süper güç olma yolundadır. Bu güç başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde toplanmıştır ve başarılı olacaktır.
Bütün yazının başlığını tekrar değerlendirirsek Osmanlı, askeri müdahaleler sonucu çökmüş ve Türkiye askeri müdahaleler sonucu kalkınamamıştır. Çünkü asker liyakat değil kendi emrinde olan kişileri ister. Askeri vesayet varsa orada halk iradesi yoktur. Halkın görüşü önemsizdir ve halk cahildir. Bu sebeple halk değersiz, göbeğini kaşıyan, bidon kafalı insanlardır. Çobanın oyu profösörle, komutanla bir olmaz. Halbuki görülmüştürki o çobanın aklı selimi aydın denen kesimden çok ilerdedir. Maalesef aklı selim tahsille elde edilememekte, aksine tahsilli kendisini çok bilmiş görerek kibirlenmekte hiç bir fikre önem vermemekte yalnız ben bilirim demektedir. Askeri vesayetin azaldığı halkın iradesinin ortaya konduğu dönemlerde ise ülke kalkınmıştır.
O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çözüm millettedir. En iyi bilen millettir. Millete ve değerlerine saygı gösterelim, milleti serbest bırakalım.
NOT: Bu yazı 17-25 Aralık darbesi öncesi yazıldığından paralel yapının emniyet ve yargı vesayeti yazılmamıştır. Bu sebeple askeri vesayet varsa sözü herhangi bir vesayet varsa diye değiştirilmelidir.
08.10.2013 Uz. Dr. Cengiz Sandıklı
NOT: Bu yazım 17-25 Aralık darbe girişiminden önce yazıldığından ordu vesayet ve darbesinden bahsedilmiştir. 17-25 Aralık yargı ve darbe girişiminden sonra yargı ve emniyet vesayetinden de bahsetmek sonraki yazılarımda yer aldı.
O bidom kafalıların odun kafalılalara dersini vereceği zaman çok yakındır.