KUR’AN’IN ZAMANIMIZA IŞIK TUTMASI, İLAHİ MUCİZE

Dinsel metinlere göre ZAMAN BİLMECESİ…

Bazı ilim adamları, madde zannedilen görüntü varlıkların, bilindiği gibi üç boyutlu değil, 4 boyutu bulunduğunu, bu 4. boyutun da “zaman” olduğunu söylemektedir. Yani varlıklar ve olaylar, en, boy, derinlik yanında bir de zaman boyutuyla gerçekleşip görüntüye dönüşmektedir.

Bu anlamda zaman, madde ötesi bir varlık olup, fizikte, olaylara hareket kazandıran bir enerji kalıbı gibidir. Buna göre zaman; etkilerin değişkenliği ve görüntülerin seyredilmesi arasındaki sıra farkı olarak tanımlanabilir.

Bildiğimiz gibi enerjiler “kuant”lardan doğan kinetik (hareketli) enerjilerdir. Zaman enerjisi ise Kirlian ışıması olan statik (durgun) özel bir enerjidir. Velhasıl mekan-zemin (en-boy-derinlik) ve zaman birbirini tamamlayan ve biri diğerine bağımlı kılınan tecellilerdir.

Işık hızı ile zamanın akış hızı eşit olduğundan, ışık hızına ulaşan bir nesne veya kimse “zaman duvarını” aşmış, maddi varlığından ve maddeye bağımlılığından sıyrılmış, en, boy, yükseklikten oluşan zemin ve zaman gibi 4. boyuttan çıkıp 5. boyuta, ve daha yüksek boyutlara doğru ulaşma imkanını elde etmiş olur. Parapsikolojik bir bakış açısından vucut geliştirme çalışmaları gibi zihin geliştirmeye ve zihin kontrolüne yönelik çalışma disiplinleri içerisinde yetişen insanların ( tasavvuf üstatları, hintli yogalar yada Tibet’li budist rahipleri) zihin üzerine odaklanan çalışmaları sonucunda fiziksel bedenin zihni bağlayan sınırlamalarından kurtulup uzaklaşan, fikir ve zikirle, sürekli konsantrasyon ve tefekürle hakikate ve hikmete yaklaşan kimseler, farklı boyutlara ulaşma ve aynı mekan içinde farklı zaman ve mekanlarda yaşama imkanına kavuşurlar.

İlahi hikmet ve kudret gereği Hak nurunun sonsuz ve sayısız tecellisiyle ve öz enerjinin değişik şekillerde yoğunlaşma derecesiyle yaratılan bütün kainat ve varlıklar, aynı zaman içinde ayrı boyutlarda bulunabildikleri gibi… Aynı mekanda farklı zaman boyutunda yaşayan iç içe dünyalar ve bu dünyalardaki yaşam formları ile olan zihinsel bağlantılar gibi iletişim ve etkileşim içine girebilen ayrı ama yakın varlıklar da vardır.

Zaman bir kader cetvelidir.Ama bu kader halihazırda sabit olan çizilmiş bir şablon gibi değildir.Bu anlamda kaderin yazılmış olması; geleceğinde geçmiş gibi kendi içinde halihazırda yaşayan ŞİMDİ ‘lerden oluşma bir dizinsel bütün olmasından ötürüdür. Zaman enerjisi evreni yansıtıp içersine alan evrensel zekanın başka bir açıdan algılanmasıdır. Bu zihinsel güce NUR diyebiliriz.Sonsuz ve sınırsız öz enerji olan “NUR” zaman boyutundan bağımsızdır.Ama zaman ondan ayrı değildir.Zaman onun yanımasıdır.Ve onun zamanı tüm zamanları içerisine alan ve hiç geçmeyen sonsuz genişlikte bir AN ‘ı DAİM ‘i ifade eder. Ancak bu “nur’un tecelli ve tezahürleri olan ve “kuant” denen enerji noktacıkları ise maddenin yapı taşlarıdır ve zamanla kayıtlıdır.

Maddi varlıklara tayin edilen “yapısal dinamizim yada boyutsal çatı” değişmez. Ancak yaratılan her enerji noktacığının, enerji yoğunluğuna ve zamanın akış hızına göre farklı uzay/zaman sürekliliklerinden bahsedilebilir.

Zamanın izafi oluşuna dair örneğin, ikiz doğan kardeşlerden birinin dünyada kaldığını, diğerinin de ışık hızına yakın bir süratle uzaya çıktığını farz edelim. Her ikisine de 70 yıl ömür biçildiğini düşündüğümüzde, dünyadaki 70 sene, uzaydaki ise 1000 (bin) sene yaşamış olacaktır. Çünkü hız arttıkça zaman yavaşlamaktadır. Hatta dünyamızın dönüş hızında giderek bir azalma kaydedildiği ilmi bir gerçek olarak savunulmaktadır. Milyonlarca yıl Önce zaman daha hızlı akmaktaydı. Bir tabanca mermisi, namludan çıktığında nasıl ki hızı sıfırdan itibaren giderek ivme kazanıp hızlanmakta ve belli bir mesafeden sonra aynı oranda yavaşlayıp durmaktadır. İşte bir top güllesi ve tabanca mermisinin hızının değişkenliği gibi, zamanın akışında da bir değişkenlik olmaktadır.

Ben bir bilim insanı olarak dini kavram ve ifadeleri pek inandırıcı bulmam, genelde araştırmalarımda ve öngörülerimde bilimin objektif ışığında olaylara bakan bir insanım! sıradan halk kutsal duygular ve değer yargıları içerisinde dinsel metinlere bakarken ben daha çok bizden önceki yüksek uygarlıkların yada farklı boyutlardan dünyamıza yansıyan tarihin karanlıklarında yitip gitmiş evrenin derin bilgeliğini hep aramışımdır.Ve dinsel metinleri araştırırken bizden daha gelişmiş zekaların izini sürmeye çalışan bir insanım.Çünkü ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Ortada yeryüzüne ait olmayan bilgiler ve bakış açıları dolaşıyorsa bunlar ya doğrudan Tanrı’ dan geliyor ya uzaylı kardeşlerimizden ya da zaman yolcularından ya da vaktinden önce doğan süper zekalar vardı…tabi bunlar işin espiri tarafı ama her espirinin ardında bir gerçek vardır elbet…

İslami veriler ışığında evrenin her yerinde zamanın aynı hızla akmadığını dinsel metinlerden biri olan Kuran’ da haber vermektedir: “Gökten yere (evrendeki) her işi O yaratıp yönetir. Sonra (her şey) sizin saymakta olduğunuz bin yıla eşdeğer bir günde yine O’na yükselir” (Secde:5)
“Melekler ve ruh, tutan elli bin yıla eşdeğer bir günde o makamlara yükselirler” (Mearic:4) ayetleri kainatın yüksek tabakalarında bir günün bin yıla yani 365 bin güne, daha ulvi katlarda ise bir günün 19 milyon güne eşit olduğunu bildirmektedir.

Zerrelerden gezegenlere… Enerji taneciklerinden galaksilere… Görünen ve görünmeyen… boyutlara ait farklı dünyaların farlı dönüş hızları farklı uzay/zaman süreklilikleri sözkonusudur.

Bu dönüş, farklı tabakalarda değişik hızlarda seyretmektedir… bizden daha yüksek boyutsal katlarda bir günün bizim bin yılımıza eşit olması, o tabakalarda zamanın dünyamızdan 365 bin kere daha yavaş döndüğünü/ geçtiğini göstermektedir. Bir başka ifadeyle, biz burada bir yıl yaşlandığımızda oralarda sadece bir saniye geçmektedir.

Dinsel metinler açısından bakılırsa İslam peygamberi Hz Muhammetin milyarlarca yıl süren Miraç yolculuğunu, henüz yatağı soğumadan bir iki dakika içinde gerçekleştirmesi…

Hz.İsa (a.s)’nın bize iki bin yıl görünen yolculuğunun 2 gün içinde bitmesi yani bir günde göğe çıkıp, ikinci günde inmesi de bu durumu göstermektedir.

Bundan da ötesi, tam ışık hızında zaman durmakta, daha da süratlenip ışık hızı aşılınca ise, zamanda geçmişe ve geleceğe yolculuk başlamaktadır. Rüyada zamanın olmadığı ve zaman içinde zaman yaratıldığı ve bir saniyenin binde biri gibi yok sayılacak bir sürede ne uzun maceralar yaşandığı inkar edilmez bir örnek olarak ortadadır.

“Nur”un daha kesif hali ve alt kademesi, yarı latif olan “Enerji-Dumansız ateş” durumudur.

Enerji yoğunlaşınca da Kuant, atom, molekül ve madde yaratılmaktadır. Bu yüzden, terakki ve tekamül sonucu değişimlerle, madde moleküle, molekül atoma, atom Kuantlara, Kuantlar enerjiye, enerji nura, nur ise ruha dönüşebilme yeteneğini(zihinsel süreç) özünde barındırmaktadır. Ve bütün bunlar bir gerçeğin bin bir görüntü ve tecelli aynalarıdır. Hatırlanacağı gibi dinsel metinlerde ifade edildiği gibi melekler nurdan, cinler enerjiden, insanlar molekülden yaratılmıştır. Ama insanın özünü ruh oluşturmaktadır.

Farklı bir boyut olarak yaratılan zaman, yer çekimi ve hız ile değişkenlik kazanmaktadır. Örneğin aynı zaman, kainatta milyar senelerle, atomda ise milyarda bir saniyelerle çalışır. Yani boyutlar küçüldükçe zaman kısalır. Demek ki değişen ömür süreci değil, zamanın akma hızıdır.
Unutulmasın ki, ezelden ebede her şey takdir edilmiştir ve kader kompütürü makamındaki levh-i mahfuzda yazılıdır. Dua, nazar, sihir ve sadaka ile yapılacak değişiklikler bile kaderde kayıtlıdır. Kopuk sıralamalar değil, şeritsi bir düzlem olan zaman, geçmiş ve geleceğin videosu sayılmalıdır.

“Eğer dileseydik, oldukları yerde, kılıklarını değiştirip (zamanlarını) donduruverirdik. (Başkalaşım (metamorf sırrıyla) onları farklı bir kalıba sokardık; Böylece ne (zamanda) ileri gitmeye ve ne de zamanda geri gitmeye güç yetirebilirlerdi” (Yasin:67) ayeti kerimesi hem zamanın durmasına ve donmasına yani ebediyet ve cennet hayatına, hem de geçmiş asırlara ve gelecek çağlara yolculuğun mümkün olduğuna işaret buyurmaktadır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi cisimler hızlandıkça zamanlan yavaşlamakta, tam ışık hızına eriştiklerinde de zamanlan durmaktadır. Işık hızı aşıldıktan sonra ise zaman ileriye ve geriye doğru çalışmaktadır. Bu arada hızlanan şey madde özelliğini yitirerek enerji denen temel ve tabii yapısına dönmeye başlamaktadır.

Yani bir insan psikolojik veya teknolojik bir tekamülle ışık hızına yaklaşınca “enerji insan”a dönüşüp, ruhi bedeniyle ve uzay ikliminde dolaşma yeteneği kazanmaktadır. Ve Hz. Hızır misali, bu ışık hızını da aşabilen kimseler ise geçmiş ve gelecek zamanlara yolculuk imkanına kavuşmaktadır. Bu durum, ehli için bir video filmini veya bilgisayar disketini elindeki kumanda ile ileri geri sarmak ve seyretmek kadar kolaydır. “Biz kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu tersine de çeviriyoruz” (Yasin:68) ayeti bu gerçeğe ışık tutmaktadır.

Dinsel metinlerde farklı boyuttaki varlıklara da işaret edilmektedir..enerji bedenleri olan “cin”ler( melekler), ışık hızına yakın süratle seyrettiklerinden, bir saniyede dünyayı dolaşabilmekte, kendileri hızlı, zamanları yavaş aktığından, bize göre 14 kat daha az yaşlanmaktadırlar. Yani bir cin ile bir insana 70 yıl ömür biçilmişse, insan 70 sene, cin ise 980 sene yaşamaktadır.

Şurasını da unutmayalım ki, zamanın hızlı veya yavaş seyretmesi, çağların ve katmanların değişmesi, geçmiş ve gelecek nitelemesi bizler için geçerli ve gerekli olan kavram ve kanunlardır. Ve aslında sadece bir “serap”tır, yani öyle sanmaktır. Yoksa gerçekte ve dinsel açıdan bakıldığında Allah indinde geçmiş ve gelecek zaman diye bir şey yoktur. Ezelden ebede her şey şu anda, yani şimdiki zamanda yaratılıp yaşanmaktadır. Allah’ın zaman ve mekandan münezzeh olmasının sırrı da ortaya çıkmaktadır.

Bir atomda, çekirdek “madde”yi, etrafında dönen elektronlar ise “enerji”yi temsil ettikleri gibi, bir insanın da gövdesi maddeyi, ruhu ise enerji bedeni oluşturmaktadır. Atomun yapısındaki çekirdek ile elektronların hızı ve dolayısıyla zaman akışı farklı olduğu gibi, bir insanın da gövdesi ile nefsinin (kalbi ve ruhi aleminin) zaman kavramları farklıdır. Hayalen bir anda en uzak ülkelere hatta gezegenlere gidip dolaşmak, yıllar öncesi hatıralarımızı canlandırıp yaşamak ve yine gelecekle ilgili plan ve projeler kurmak mümkün olduğu halde, bedenimiz yerinde durmaktadır.
Ruhen, hayalen ve rüyada iken başka yerlere ve alemlere gitmek mümkün olduğu gibi, Hz.Süleyman’ın cinlerinin ve bilginlerinin Yemen’deki Belkıs’ın sarayını bir anda Filistin’e nakletmelerine benzer şekilde, bugün ışınlama tabir edilen bir yöntemle, cisimlerin ve bedenlerin nakli de mümkün görülmektedir.

Maddenin bir yerden başka bir yere fiziki bir irtibat olmaksızın taşınması için kullanılan “ışınlama”nın ilmi tarifi; “maddenin madde içinden geçmesi”dir.

Tasavvuf ehli arasında çok yaygın olan velayet ve keramet yoluyla, bedenlerin ve cisimlerin bir anda ve çok uzak diyarlara nakledilmesi gerçeği, ileride ilmin ve teknolojinin gelişmesiyle insanlığın istifadesine sunulabilir. Sebep-sonuç ilişkisine şartlanmamış hür düşünce sahipleri ve inanç ehli için bütün bunlar, ilahi kudret ve hikmet açısından gayet kolay görülmektedir.

Bilindiği gibi ışık hızı asla değişmeyen sabit bir sürat olup, saniyede 300 bin km.dir. Başka her şeyin hızı azalıp çoğaldığı halde» kainatta sadece ışık hızı sabittir. Bu ışık hızı aynı anda “zamanın akma hızına” da eşittir.
Güneş ışığı bize saniyede 300 bin km. hızla, 150 milyon km.lik yolu 8 dakikada alarak ulaşmaktadır. Oysa ışığı bize 8 saatte, 8 günde, 8 ayda, 8 yılda hatta 8 milyar yılda ulaşan yıldızlar vardır. Işığı bize bin yılda ulaşan bir yıldızın şu andaki halini değil, bin yıl önceki vaziyetini görüyoruz demektir. Belki de o yıldız eriyip tükenmiş “Mevakiin nücum=yıldızların yerleri” (Vakıa:76) ayetinin haber verdiği gibi, şimdi onun yerinde yeller esmektedir.

Örneğin ışığı bize 2 bin yılda ulaşan bir gezegene gidecek ve oradan dünyayı seyredecek teknolojik güce (sultan güç; Rahman:33) sahip kılınsak, oradan dünyanın 2 bin yıl önceki halini görmeye başlarız… Bu görüntüde Hz.İsa henüz 2 yaşındadır ve Roma İmparatorluğunun parlak çağıdır. Böylece tarih olduğunu, yokluğa karışıp unutulduğunu zannettiğimiz dönemlerin dünyasını aynen ve dipdiri seyretme imkanını yakalarız.

Bu durum kaderin gerçekliğini ve değişmezliğini de ortaya koymaktadır. Çünkü olmuş ve olacak, geçmiş ve gelecek hepsi bir “fenomen”dir. Yani aynı kader filminin görüntüleridir. Cennet nimetlerinden birisi de geçmişe ve geleceğe yolculuk imkanının verilmesidir.[Acaba bu ”cennet” yüksek teknolojiye sahip zekaların yaşadıkları uzak zamanlardaki yada uzak yıldızlardaki başka dünyalar olmasın..?]

Rahman Suresi 33.ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Ey cin ve insan topluluğu! Eğer gücünüz yeterse geçip gidin, yerin ve göklerin katmanlarından (…Uzayın farklı tabakalarına erişin)… Ama sultan güç olmadan geçemezsiniz”

Buradaki “sultan güç”, Allah’ın ilham ve ihsanıyla, manevi ve ruhi tekamül sonucu ulaşılacak çok yüksek psikolojik yetenekler olabileceği gibi, ilmi ve fenni araştırma ve yatırımlar sonucu ulaşılacak çok yüksek teknolojik gelişmeler ve uzay araç ve gereçleri de olabilir.

Yeryüzündeki ilk zaman aşırı yolculuğa çıkarılan Hz. Adem’le Hz. Havva’dır. Çünkü bir günün 50 bin yıl sürdüğü cennet alemlerinden yeryüzüne gönderilmişlerdir.[Bir başka açıdan bu ”cennet” kavramı, yüksek teknolojik bir medeniyete sahip uygarlıkların yaşadığı başka bir gezegen sistemini işaret ediyor olabilir mi? Biliyoruzki zamanın akışı uzayın derin köşelerinde farklılık arzedebilmektedir.] Ve yine Hz. İdris (Meryem:57) ve Hz. İsa (a.s.) farklı boyutlarda zaman yolculuklarına çıkmış peygamberlerdir. İslam peygamberi Hz Muhammet ise çok daha mükemmel olarak zaman yolculuğunu Miraç’ta geçirmiştir. O boyutlarda milyarlarca yıl süren bu kutsal yolculuğu bitirip döndüğünde henüz yatağı soğumamış haldedir.

Yeri gelmişken, özellikle belirtelim ki boyut değiştirerek yapılan zaman yolculuğu ile, “tenasüh-ruhların bitki, hayvan ve insanlarda bedenden bedene dolaşması-reenkarnasyon” aynı şey değildir.
Bazı insanların hipnozla uyutulup çocukluk çağlarını ve hatta ruhunun başka zaman ve mekanlarda insanlardaki hatıralarını anlatmaları ise, zaman yolculuğunun bir makineyle yapılmadan önce zihinsel olarakta yapılabileceği fikrini ortaya koymaktadır.

Bizim UFO diye bildiğimiz garip araçlarla yeryüzünü ziyarete gelen kimselerin ise, ileriki çağlarda zaman yolculuğunu başaracak torunlarımızın bizleri ziyaretleri olabileceği düşüncesi dikkate değerdir. Bunlar insanların veya diğer paralel dünyalara ait varlıkların enerji bedenleriyle ve çok yüksek teknolojilerle gerçekleştirdiği geziler de olabilir. Bazen düşünüyorumda zamanın, boyutların yada uzayın derinliklerinden gelen araştırmacı zekalar çok eski zamanlarda dünya gezegenine uğrayıp aramızdan bazı insanları seçerek (özellikle beyinsel aktivitesi daha gelişmiş olan algılaması güçlü ve zihin frekansları en uygun olan bazı insanları) onları evren, uzay, zaman, boyutlar, kimya, biyoloji, geometri, insanın mistik gerçeği..vb gibi konularda çok kısa sürede hızlı bir bilgi yüklemesine tabi tutmuş olabilirler.Bunu nasıl yaptıklarını bilmiyorum ama bu ”hızlı bilgi transferi” sihirli teknolojilerinin bir lutfu olsa gerek. Ve onlar peygamberler ya da kahinler olarak bilinen kişiler olabilirler mi?Bir anda bu ”insan beyinlerine” kendi medeniyetlerinin tüm bilgisini en azından bir kısmını yüklediklerini düşünün..İlk maymun atalarımız bu şanslı ziyaretçilerin bu küçük hediyesi sonucunda insanlığın gelişim çizgisinde önemli bir dönüm noktası oluşturduklarının farkındamıydılar acaba? Cennetten gelen Adem’le Havva acaba yeryüzüne ekilen genetik tohumlamayımı ifade etmektedir? Cennetten gelen DNA dizinleri..!Belkide geçmişimizin başlangıcı kendi geleceğimizde bir yerlerde saklı olabilir..Zaman yolcuları…!

Esinlendiğim yardımcı kaynak ; Necmettin Erbakan ‘a ait internet sitesi (zaman Bilmecesi)
NOT: Başlık bana ait yazı alıntıdır. Uz. Dr. Cengiz Sandıklı

© 1998 Cetin BAL – GSM:+90 05366063183 -Turkiye / Denizli

Ana Sayfa · Index· UFO Galerisi E-Mail Roket bilimi

Yorum Yaz