Kuranda Uzay ve Zaman, Karadelikler ve Kıyamet

Kuranda Uzay ve Zaman, Karadelikler ve Kıyamet

Paylaş

1905 ve 1915 yıllarında geliştirilen özel ve genel izafiyet nazariyeleri ile birlikte kainat, madde, uzay ve zamandaki anlayışlarımızda ve bakış açımızda köklü değişiklikler oldu. Yeni nazariyelere göre; hareket eden saatler yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor, cisimlerin kütleleri, hızları artabiliyordu. Sonsuz uzaylar, fizik ötesi mekan ve dünyalar gündeme gelmişti.;; Bu buluşlarla; fizik bilimi, felsefe ve din alanlarında sınav vermeye başlamıştı.
Sonraki yıllarda, Bigbang, karadeliklerin keşfi ile birlikte kainat, madde, uzay ve zamandaki anlayışlarımız ve bakış açımız kökten değişikliğe uğradı. Bu buluşlar bilimi, dini inanışlarla parelel hale getirmeye başladı.

Evrende zamanın genişlemesine (yavaşlamasına) neden olan iki faktör hareket ve yer çekimi özel izafiyet teorisi, hareketin zaman üzerine olan etkisini açıklarkeni genel izafiyet teorisi, (çekim alanının) zaman üzerine olan etkisini inceler. Bizi Dünya’ya bağlayan, uçup gitmekten kurtaran, ağırlığımızı oluşturan çekim kuvvetini biliriz. Genel izafiyet nazariyesi çekimi anlatır. Onu bir kuvvet olarak değil, cisimlerin çevresindeki çekim alanlarının, uzay ve zamanın bükülmesi sonucu oluştuğunu söyler. Cisimler, kütleleri ile orantılı çukurluklar oluşturur uzay zamanda.
Çekim öyle bir etkiye sahiptirki zaman çekimden etkilenir, akışı yavaşlar, hatta karadelik gibi çekimin sonsuzlaştığı yerlerde durur.
Çekim alanının gücü oranında uzay-zamandaki eğrilik ve bükülme olur..Matematiksel olarak bunlar ispat edilebiliyor.. Çekimin zamandaki tesirini deneysel olarak da görmek için Einstein, bir deney önerdi. 1919’da Güneş tutulması esnasında, uzaydaki konumu önceden bilinen bir yıldız üzerinde gözlem yapıldı.
Gerçekten de yıldızın ışığı Güneş’in yanından geçerken, Güneş’in çekimi ile eğrildiği (uzay-zaman eğriliği) ve yolunun uzadığı görüldü. Gözlem sonunda elde edilen değerlerle, teorik hesaplarla bulunanlar uyuşuyordu.
Bu deneyler zamanımıza kadar hemen her yıl güneş tutulmalarından tekrarlandı. Izafiyet teorisi, uzayın eğrildiği ölçüde zamanın da akışının yavaşladığını anlatır. Eğimin en fazla olduğu yerler gök cisimlerinin merkezleridir.
Çok katlı bir binanın zemin katı ile en üst katı arasındaki zaman farkı ilk defa 1960’ta ölçülebildi. Günümüzde ise, en hassas saatler olan atom saatleriyle yapılan çeşitli deneyler de bu ilkeyi destekledi.
Süper Sicimler ve UzayKuantum fiziği maddenin en temel yapıtaşının atomlar ve atomları oluşturan proton ve nötronlar olduğunu daha da ileri gidildiğinde ise proton ve nötronları oluşturan “kuarklar” ile karşılaşıldığını ileri sürüyordu. Sicim teorisi ise kuarkların da ötesinde bir yapıtaşı önerdi. Titreşen, hayal edilemeyecek ölçüde küçük enerji sicim’leri…Eğer atomu bir güneş sistemi boyutunda düşünürsek bir sicim’in boyutu ancak bir ağaç kadar olabilir.
Bir çok bilim adamı maddenin temelinde sicimler bulunduğuna inanıyor şimdi. Sicimler parçacık olarak düşündüğümüz şeylerin aslını teşkil ediyor. Hawking’in izinden giden bilim adamları noktasal kuantlar yerine “uzun iğne biçimi” “elif” harfini andıran kuant modelini öngördüler. Bunlar dümdüz, kaskatı değildir. Bir iplik ve yay gibi esnektir. İlmek atılmış iplikçikler gibi olan kuant’lardır. Daha sonra onların uç-uca getirilmesiyle Süper sicim (Süper String) teoremine ulaşıldı. Schwarz, Scherk ve Green isimli Britanya grubu, 1988 yılında Membran (zar) teorisinden söz etmeye başladılar. Sicimlerin yan yana oluşturduğu yüzeyi, açık yay halinde düşündüler ve bir evren zarı öngördüler..

Böylece varlığın sicimlerle izahı önümüzü yep yeni bir bakış açısı ortaya çıkardı.. Bu teoriye göre, bir foton, bir kuark, ya da elektron gibi parçacıklar, hiçbiri diğerinden farklı olmayan ayrı titreşimlerde salınan sicimlerdir. Sicimler o kadar küçüktür ki atom sistemi sicimlerin yanında Güneş sistemi kadar devasa boyuta yükselir.

Tabiatta görülen atomaltı parçacıkları, tıpkı bir keman telinin farklı şekillerde titreşir ve her türlü farklı müzikal notalar çıkartır. 10 üssü (-33) cm uzunluğunda (ya da çapında) süper-sicimlerin böyle farklı rezonansta titreşmesi ahenkli muhteşem bir musiki ortaya çıkarır. Yüklü parçacıklar arasındaki kuvvetler, bu sicimlerin armonileridir adeta. Evren ise titreşen sicimler, yaylı sazlar senfonisidir.
Günümüzde hareketleri belli bir uzay zaman çatısı altında yaklaşımlarla formüllendirilmeye çalışılan sicim teorisi, , “uzay zaman”ın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı, dolayısıyla “uzayın dokusu”, “Esîr maddesi”nin yapı ve mahiyeti hakkında bilgiler sunmaya aday görülmektedir.
Sicimler Esir Maddesi mi?
Süpersicim teorisi, Esîr maddesi ve kâinatın yaratılış sırlarını da izah etmeye aday görünmektedir. 19. yüzyılın sonlarında bilim dünyası “Essir” in yapı ve özellikleri ile ilgili yoğun tartışmalara girmişlerdi. “Esir maddesi”nin özellikleri ve gerekliliği konusundaki ileri sürülen argüman ve gerekçelere baktığımızda sicimlerin özellikleri ile büyük bir örtüşme gösterdiği dikkat çekmektedir.
İslam alimleri içinde “esir”i en çok ele alan Said Nursi’ olduğunu söyleyebiliriz Örneğin, Said Nursî Hud Suresi yedinci ayetinde geçen “Arş su üzerindeyken…” ifadesini yorumlarken, bu ifadenin Esîr maddesine işaret ettiğini, Esîr maddesinin yaratılış silsilesinin ilk adımını teşkil ettiğini ve sonra atom altı taneciklerin (cevahir-i ferd) yaratıldığını belirtir. Bu yoruma göre, Cenab-ı Hakk’ın arşı, su hükmünde olan Esîr maddesi üzerinde yer almaktadır. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sani’in ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur [İşaret-ül İcaz]
Gerçekten de Esîri anlayabilmemiz için en güzel benzetme, akıcılığı ve her yere nüfuz kabiliyetidir. Bu kabiliyet, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri son derece anlaşılır kılmaktadır. Şu halde, ruh ve enerji bedenimizle bizim Esîr deryası içinde yüzdüğümüzü söyleyebiliriz. Hayat enerjimizi Esîr deryası içinden alıyoruz, ama denizdeki balıklar gibi o deryadan bir haberimiz yok.
Esîr maddesinin varlığı ve mahiyetiyle ilgili bir başka bilgiyi de, Yasin sûresi 36. ayetten elde ediyoruz. Bu ayette geçen “Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzüp gitmektedir,” ifadesi, Güneş, Ay ve Dünya‘yla beraber milyarlarca gökcisminin uzay boşluğunda belli bir yörüngede yüzüp gittiklerini anlatıyor. Buradaki “yüzme” kelimesini, yüzmenin bir boşlukta değil ancak bir madde içinde olabileceğini düşünürsek, ayette uzay boşluğunun bir denize benzetildiğini görebiliriz.
Elmalılı Hamdi Yazır da yine “Arş, su üzerindeyken…” ayetinin tefsirinin bir manasını, “Bunlar arşın her şeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir” şeklinde ifade eder. Bu yorumda da Esîr ve Esîrin özelliklerine dolaylı yoldan bir açıklama dikkati çekmektedir. Bu bilgilerden yola çıkarak şunu söylememiz mümkün:
Bilim tarihi içinde Esîrle ilgili teorilerin değişiklik göstermesine karşın, yine de bu teorilerden bağımsız bir gerçekliği var Esîr maddesinin. O da Esîr maddesinin bir yayılma ortamı olmasıdır. Bunun doğru anlaşılması, pek çok şeyin de anlaşılmasına katkı sağlayabilir.
 Örneğin, dua, hamd, tesbih gibi ibadetlerden hasıl olan neticelerin yayılma ortamı, kulu Allah ile buluşturan alan olabilir Esîr. En uzağın en yakın hale geldiği, bir şeyin her şeyle münasebet kazandığı bir Esîr ortamı, hem Yaratan’ın birliğine hem de her şeyle bizzat ilgilendiğine delil olabilir. Yine, tüm evren katlarının ondan yapılandığı ve ondan hayat ve enerji aldığı bir Esîr ortamı, kâinatın âdetâ “rûhu” hükmündeki işleviyle de, kayyumiyet sırrının açıklayıcısı olabilir.
Son yılların en popüler bir teorisi olan Sicimlerla anlatılanlara baktığımızda kadim esir maddesi yaklaşımı ile büyük bir parelelellik görüyoruz. . Fiziğin bittiği nokta, varlığın nihai sınırı ve en küçüğü olarak bilinmektedir sicimler, Üstelik 11 boyutu ile fizik ötesi varlıkların da yapı taşı olma özelliği taşıyor. Sadece madde, ışık enerji, kuvvetler değil her şey sicimlerden yapılmış bulunuyor. Yıldızlar arasındaki sözde boşluk da dahil, her şey onlardan oluşuyor. Onlardan daha küçük bir cisim yok. “Onlar olmasaydı hiçbir şey olamazdı” “Ne zaman, ne uzay, ne de madde olurdu. Yıldızlar ve gezegenler de olmazdı. Evren diye bir şey olmazdı.” Diyor konu uzman Brain Gren. Sicimlerle uzay ve zaman tıpkı bir “Örümcek ağı” biçiminde dokunmuştur.
 Evren yüzeyi sicimlerle bir zarı andırır. Bunlar, zaman ve uzayın dört boyutunu esnetirler. Evrenin dört temel kuvvetini yay gibi, bir amortisör gibi hafifleterek taşırlar. Bu ağ hem çok sağlamdır. Hem de oldukça gevşektir. Çünkü bir karadelik onu kuyu halinde çukurlaştırabilir ve dibinde yırtık oluşturabilir..
Buna göre Evren, sicim denen özelliği sayesinde sayısız kuanttan oluşmuş ve “yaylanabilen, esnek” bir örümcek ağı biçiminde “yüzey” oluşturur. Yıldızlar arasındaki sözde boşluk da dahil, her şey onlardan oluşuyor. Onlardan daha küçük bir cisim yok.

Varlığın sırlarını Kuran’ın aydınlığında keşfeden Bediüzzaman ise, fizik ötesi kanunların yürürlükte olduğu metafizik âlemlerin muhtelif tabakalara ayrıldığını ifade eder. Ona göre, bu evren katlarının her birinin kendine has kanunları vardır ve o kanunlar sayesinde yedi farklı uzay-mekânın birbirinden farklı işleyiş mekanizmaları oluşmuştur. Esîr de, işte bu âlemlerin ortam ve alanına tekabül etmektedir. Bu hükümleri, Nursî’nin şu ifadelerinden çıkarsayabiliriz: “Madem Âlem-i Ulvide muhtelif teşkilat var, muhtelif vaziyetlerde görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvât, muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafıza gibi mânevî vücutlar var… Elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyattan başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar her bir âlemin birer semâsı vardır.”

Esîrin her bir âlemin dokusunu teşkil etmesi ve 7 âlemin ayrı ayrı hüküm ve kaidelerine göre yapılanması ise Nursî’de şu şekilde ifadesini bulur: “Esîr kalmakla beraber sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet nasıl ki; buhar, su, buz, gibi havaî, maî, camid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i Esîriyye’den dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mani-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olamaz.” [Lemalar, s.67.]

Bediüzzaman‘ın Esîr ile ilgili bu açıklamalarını şu ayetler de desteklemektedir: “Gök ve yer ve içindekiler O’nu tesbih eder,” “… Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti; O herşeyi bilir” (Bakara, 29), Yine, Peygamberimizin “Semâ emvacı karardide olmuş bir denizdir” hadisi de, uzayın boşluktan ibaret olmadığı açıkça ifade edilmektedir.

Karadeliklerin Arkası

Uzay demek “mekan” demektir ki, yıldızın kendi mekanını yutması bilim dünyasınca ilk defa karşılaşılan bir olay. Zamanın “donarak” durması, Karadeliklerdeki tekilliğin en belirgin ve şaşırtıcı özelliklerinden birisi. Düşünün ki, bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Bundan daha şaşırtıcı ne olabilir ki? Yıldız kendini ve yuttuklarını belki de bir başka alana; “Paralel Evrenler”e atıyorsa, karşımıza fizik ötesi farklı boyut ve evrenler bilimin gündemine girmiş demektir.
Bu fizik ötesi boyut ve uzayların Kur’an’da sözü edilen ahiret âlemleri olabilir mi? Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır. Vakıa suresinin 75. ayetinde “yıldızların mevkileri ve yerleri” üzerine yemin edilir. Yıldızın kendisine değil “yıldız yerlerine” vurgu yapılması Karadeliklere işaret olabilir.
Nitekim izleyen ayette “bunun ne büyük bir yemin olduğuna” dikkat çekilmesi de Karadeliklerin öteki dünyalara geçit veren “gök kapıları” ile ilgili olmasını hatıra getirmektedir. Karadelikler mukaddes kitaplarda sözü edilen ahiret âlemlerine açılan kapılar olmasa bile bu keşifler, mevcut fizik yasalarının ördüğü “hapishane” ile sınırlı olmadığımızı ve kainatın sadece maddi dünyalardan ibaret kalmadığını gösteren örnekler olmaktadır.
Sema Kapıları “O gün semayı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. Sonra onu, ilk yaratılışa nasıl başladıysak öyle iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir; şüphesiz yerine getireceğiz.” (Enbiya, 21/104
Kur’an-ı Kerim’de “semanın görünmez kapıları”na dikkatimiz çekilir. Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, “sema kapıları” ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kainatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? Kur’an-ı Kerim’de yer alan “sema” teriminin, bugünkü manası ile “uzay-zamana” karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Bir türlü çıkamadığımız kainatın dışına nihayet çıkabilecek bir kapı bulduklarını düşünen astrofizikçilere göre de, Karadelikler bir uzay-zaman kapısıdır. Kur’an’ın rehberliğinde kainattaki sırlara yorum ve açıklama getiren Bediüzzaman’a göre gökteki yıldızların bir kısmı ahiret âlemlerine bakmaktadır.
Uzay Ağı
Uzay gerilmiş bir ağa benzetilebilir. “Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?” (Mülk, 67/3) âyeti uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğünün de işareti olsa gerek. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” bulunan büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülür. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına gelmektedir.
O bölgede uzay-zaman ağı “eğilip bükülmekle” kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle “delinmektedir”. Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır. Karadeliklerin tesir sahasını bir “huni” şeklinde tasvir edebiliriz. Bu bölgenin en geniş sınırı “olay ufku”dur. Bir de çekim tesirinin olağanüstü arttığı, adeta sonsuz hale geldiği bir bölge vardır ki, burası “huni”nin inceldiği uç kısmı teşkil eder ve “tekillik” (singularite) adını alır.
Tekilliğin ötesi farklı kanunların geçerli olduğu bir bölgedir. Bir kısım bilim adamının kanaatine göre Karadelikler, kendi varlığı ve öz hacmi ile kendi “dışına” taşmakta; “uzay-zamanı” da beraberinde götürerek bizim âlemimize benzemeyen “farklı” bir âleme geçiş kapısı görevi görmektedir. Kozmoloji ile ilgili eserlerinden tanıdığımız ünlü fizikçi Paul Davies bu konuda: “Uzay, çok karmaşık bir şekilde ‘zamana’ bağımlıdır. Uzayın ‘gerildiği ve büküldüğü’ gibi, zaman da gerilir ve bükülür.” demektedir. Zamanın “donarak” ebediyen durması, Karadeliklerdeki tekilliğin (singularite) en belirgin özelliğidir.
 Zamanın durması, zamanın “sabit” kalması; fizik kanunlarının geçerliliğini kaybederek; uzayın bütün öz ve özelliğini yitirmesi ve yepyeni bir başka kainat’ın içine girilmesi demektir. “Orası” bizim evrenimize hiç benzemeyecek, zaman, madde ve boyutlar farklı keyfiyete bürünecektir. Alıştığımız değer birimlerine sığmayacak özelliklere, fiziğin dar kalıpları ile açıklama getirmek zor görünüyor.
Kainat dışına açılan “kapı” arayan astrofizikçiler için Karadelikler umut kapısı gibidir. Esasen paralel evrenler, “karşı” âlemlerin yani ahirete ait Dünyaların varlığına işaret eden ilgi çekici bir husus olmaya devam etmektedir.. Bizim dışımızdaki evrenleri tasavvur etmek kolayca mümkün olmadığından, başka kainatlar konusuna önceleri şüphe duyuluyordu. Kozmik ışınlar üzerinde sürdürülen çalışmalar ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi. Üstelik matematiksel denklemler de mücerret kainatlara işaret ediyor, soyut uzayları kabul etmeden ve dikkate almadan yapılan hesaplamaları yanlış çıkarıyordu.
Gelişen bilim, madde ve uzay konusunda yepyeni kavramlar getirdi. Önceleri maddenin bu kadar kısa ömürlü olacağı kimsenin hatırına gelmemişti. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesinin sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getireceği tahmin edilemezdi elbette.. Dokunulmazlığı olan ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensiplerin Karadeliklerde alt üst olacağı tahmin edilemezdi. Bu kainat niçin yaratıldı ve niye yok ediliyor? Beklenen Karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular artık astronomi merkezlerinde de yer alan tartışmalar arasında bulunuyor.
Karadelikler Yoluyla Başka Bir Evrene Geçmek
Bir kağıt parçasının yüzeyi iki boyuttan ibarettir. Kağıt düzleminin üzerinde iki boyutlu insanların yaşadığını farz edelim. Bunlar, Edwin A. Abbott’un meşhur romanı Flatland’deki (yassı ülke) iki boyutlu evrenin sakinlerinden başkası olmayacaktır. Yassı ülkeliler yalnızca iki boyutlu; sağdan sola ve önden arkaya hareketleri fark edebilirler. Yukarı aşağı gibi kavramları hayal bile edemezler. Kağıt düzleminin altında ve üstünde ne olup bittiğinin, üçüncü boyutta bir uzay-mekanın bulunduğunun farkında değillerdir. “Paralel sayfaların” bulunduğunun da.
Işte dördüncü ve beşinci üst boyutların ve mekanların varlığını idrakte niçin zorlandığımıza bu örneğin dürbünü ile bakabiliriz. Bir yassı ülke sakininin üçüncü boyutu anlayamaması gibi, insan aklı da üst boyutları sezgisel olarak kavrayabilse de anlamakta güçlük çeker. Ahiret âlemleri ile ilgili verilen haberlerin bize garip gelmesi ve anlamada zorlanmamız, onların üst boyutlarla ilgili olmasıdır. Einstein’ın genel izafiyet teorisi, paralel evrenleri birbirine bağlayan ‘’köprülerin’’ olabileceğini kabul eder.
 Genel Izafiyet, çekim gücü yanında uzay ve zamanı içine alan, bunların iç içe geçmiş olduğunu gösteren anlaşılması kolay da olmayan bir teori. Bu teoriye göre bir çekim alanı, uzayda bir bükülme eğilme oluşturur. (Einstein’ın genel izafiyet teorisine göre, kütlesi olan her cisim uzay-zamanın eğilmesine yol açar.) Üç boyutlu uzay, dördüncü boyuta doğru eğilir. Yassı ülke benzetmesine dönelim ve yassı ülkeyi kağıt düzlemi yerine çok ince ve kolayca gerilebilen lastik tabakadan oluşturalım.
Çekim gücüne sahip ve ağırlığı olan bir nesnenin bulunduğu bir yerde, bu tabaka aşağıya, yani üçüncü boyuta doğru gerilecektir. Böyle bir durumda lastik tabaka çukurlaşacaktır. Ama bu eğrilik ve onu oluşturan kütle, yassı ülkeyle tamamen bağları koparmaz yine yassı ülke’nin boyutsal çerçevesine bağlıdır.
Bundan dolayı yassı ülkeliler de bu eğimden aşağıya inebilirler. Bir Karadelik o kadar ağırdır ki, üzerinde durabileceği hiçbir yüzey yoktur. Çekim gücüyle, herhangi bir cismi sürekli içeriye doğru çeker. Bu yüzden karadeliğin içindeki kıvrılma da çok şiddetlidir. Öyle ki “lastik tabaka” “delinerek”, yassı ülkeden üçüncü boyuta açılan bir “tünele” dönüşür. Karadeliğe düşen yassı ülkeliler de, bu tünelden aşağıya doğru çekileceklerve kendi evrenlerinden ayrılmak zorunda kalacaklardır.
Dönen Karadelikler
Karadelikler tek türden ibaret değiller. Kütlelerine, ya da “renk”lerine göre gruplandırıldığı gibi dönme durumuna, elektrik yüklerine göre sınıflandırılabiliyor. En yaygın olanlar, Yeni Zelandalı fizikçi Roy Kerr tarafından varlığı öne sürülen “dönen Karadeliklerdir”. Karadelik adayı yıldız kütlesi, çökmeden önce ekseni etrafında dönüyorsa, bu dönme hareketi karadeliğe miras kalıyor ve Karadelik halinde de dönme devam ediyor. Bu tür Karadeliklerin dönme hızları bazen öylesine şiddetli olabiliyor ki, olay ufku, Karadelik ekvatorunda şişiyor.
Durağan ya da elektrik yüklü bir karadeliğin merkezinden içeri girildiğinde neler vuku bulur acaba? Bu konuda tahmin edilenler şu şekilde: Sonsuz eğrilmiş uzay – zaman içinde hayatta kalma imkânı yok. Deliğe düşen bir astronot atomlarına parçalanabilir, belki de “kuant tozu” haline gelecektir. Ama dönen bir Karadelikte; tekilliğe dik (yüzüğün ortasından geçecek şekilde) yaklaşan bir astronot için durum farklı. Eğilmiş uzay-zamandan etkilenmeden halka tekilliğinin içinden geçebilirsiniz. Ama bu geçişle, çekim kuvvetinin itici olduğu “anti uzaya” girilir. Elmanın yere değil, göğe düştüğü bir evrene yani!
Birçok bilimkurgu yazarı, hatta bazı bilim adamları da, gelecekte astronotların Einstein-Rosen Köprüleri aracılığıyla gerektiğinde bir evrenden diğerine sıçrayacaklarını hayal ederler. Bu nazariye oldukça sağlam görünmekle birlikte “Karadelik Tüneli” konusunda bazı itirazlar geliyor. Bu itirazlardan birisi delikte, huninin tünele dönüştüğü “iç etkileme sınırında” atomlara ayrıştırıcı, ya da kuant tozu haline getirici öldürücü etkiden dolayı, tünele düşenlerin sağlam kalmayacağıdır.
Birçok uzmanın birleştiği nokta, bu kurt deliklerinin (teorik olarak) var olabileceği, ama uzay gemilerinin büyük ihtimalle bunların içinden geçemeyeceği merkezindeydi. Ancak, şimdi bir grup fizikçi, kurt deliğini geçilebilir kılmanın şaşırtıcı ölçüde kolay olduğunu ileri sürüyorlar. Einstein-Rosen Köprüsü Uzay-zaman içinde kestirme yollar sağlayan ve uzay gemilerini bir anda evrenin öteki ucuna ulaştıracağı düşünülen “kurt delikleri” de denilen Karadelik tüneli bilim kurgu dünyasının standart malzemesi haline gelmiş bulunuyor.
1930’larda, Einstein ve Rosen, uzay-zaman eğilmesinin, Karadeliklerde zirvede olması gerektiğini söylediler. Onlara göre; oluşan bu “uzay eğriliği” başka bir evrene açılmalıdır. Durağan Karadeliklerin bu özelliğine “Einstein-Rosen Köprüsü” denir. Bir düşünceye göre Karadeliğin açıldığı ikinci evren, bizim evrenimizin uzak bir köşesidir. Eğer uzayın düz olduğu kabul edilirse, bu durumda oluşan delik bir elmanın içindeki kurdun yolunu andırır. O halde Karadelikler başka evrenleri uzayları birbirine bağlayan “kurt delikleri” olabilir.
Evrenimizde, çok sayıda Karadelik bulunduğuna göre uzay, birbiri içine geçmiş sayısız tünellerle birbirine bağlanmış durumdadır. Albert Einstein ve Nathan Rosen, Karadelik tünellerini matematiksel olarak incelemişler ve ilginç bir sonuca varmışlardı: Tünel, sonsuza uzayıp gitmez. Bir noktadan itibaren yeniden genişleyerek, başka bir evrenin parçası haline gelir. Bu demektir ki birbirinden çok uzak iki ayrı “yassı ülke” evreni, bir Einstein-Rosen Köprüsü’yle birleştirilebilir. Bu köprü bir evrenden bir Karadelik halinde düşmektedir. Burada, uzayın biçimi bozulmakta ve bir huniye benzemektedir.
Sonra da ters dönmüş bir huni halinde başka bir evrene açılmaktadır. Sonuçta, iki evren dar bir tünelle birbirine bağlanmış olmaktadır. Yassı ülkeli bir astronot bir karadeliğe düşerse, beyaz delikten geçerek başka bir evrene ulaşacaktır. Einstein ve Rosen’ın hesapları, bizim üç boyutlu evrenimizdeki bir karadeliğin içinde neler olacağını da açıklamalar getirmektedir. Burası dördüncü boyuta açılan tünel olduğundan, bir karadeliğe düşen bir astronot, sonunda başka bir evrene çıkabilir.
Buna göre başka evrenler düşüncesi yalnızca felsefi bir soyutlama ve fantezi bir düşünce olmaktan çıkmakta; bizim evrenimize dördüncü boyuttan köprülerle bağlı gerçekler haline dönüşmektedir. Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız gibi son zamanlarda “Dönen Karadelikler” üzerinde yapılan teorik hesaplamalar ve ulaşılan sonuçlar birçok bilim uzmanını heyecanlandırıyor.
Bu halkanın tekilliğinden geçen bir uzay yolculuğunu düşünelim. Bu yolculukla kainatın uzak bir bölgesine, hatta başka bir uzay-zamana, fizik ötesi bir kainata geçiş yapabilirsiniz. “Akdelik” ve “kurt deliği” kavramlarına ilham veren de işte bu matematiksel hesaplamaların ilginç sonuçları olmaktadır. Bazı bilim adamlarına göre dönen ve (tercihen) elektrik yükü olan karadeliğin içi, kendine karşı gelen bir akdelikle birleşik durumdadır.
Bu tür bir karadeliğin içine girdiğimizi düşünelim. Atomlara parçalanmadan, kuanta dönüşmeden, burnumuz bile kanamadan, kara ve akdelikleri birleştiren kurtdeliği tünelinden geçer, akdelikten fırlayıp başka bir evrene geçebiliriz. Ya da başka bir fizik dünyaya tekrar dönebiliriz. Akdelik kainatın çok başka yerlerinde, hatta başka bir evrende ya da zaman içinde geçmişte ya da gelecekte yer alabilir.
Bu delikler vasıtasıyla zaman içinde de yolculuk yapmış oluyorsunuz. Üstelik ışık hızıyla bile milyonlarca hatta milyarlarca yılda gidebileceğiniz bir yere, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede. Evet, uzmanların “Dönen Karadeliklerle” ilgili yorum ve yaklaşımları böyle. Bu gelişmelerin dürbünüyle Hz. Muhammed’in (s.a.v) miraç hadisesi ile Gök katlarına ziyaretine de bakabilirsiniz.
Kıyamet sonrasında mahşer ve hesap günü safhalarından sonra insanların cennet gibi diğer gök katlarına nasıl ulaştırılacağına da… ŞEMŞÜ’S – ŞÜMÛS VE MECERRE Uzayın dışına çıkabilecek tüneller olarak vasıflandırılabilen Karadelikler kıyametle ilgili bazı hadislerin yorumunda bizlere ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarıyla “Mecerra ve Şemsü’ş- Şümûs” konusuna bazı yaklaşımlarda bulunabiliriz.
 Ayrıca uzay ve kozmos ile ilgili ayet ve hadislerin üzerinde de bu çerçevede bazı yorumlarda bulunmak mümkündür.
 Ilk hadis müellifi olarak kabul edilen San’ani’nin kayıtlarında Peygamberimizin (a.s.m.) şu sözlerine rastlıyoruz:
“Bana günler sunuldu. Cuma gününü gördüm; onun güzelliği ve nuru hoşuma gitti.
 Orada siyah nokta şeklinde bir şey gördüm. ‘Bu nedir?’ diye sordum.
 ‘Kıyamet onun içinde kopacaktır’ denildi.”
Hadisin diğer bir geliş şeklinde,
“Cuma günü bir aynada bana gösterildi.” denmektedir.
(Abdürrezzak San’ani, Musannef, III/256, No. 5559, 5560).
Hadiste yer alan ve kıyametin onun içinde kopacağı belirtilen “kara nokta” ile anlatılmak istenen nedir? Islamî literatürde yer alan “Mecerra” ve “Şemsü’ş-Şümûs” tabirleri ile ne anlatılmak istendiği konusunda âlimler çeşitli yorumlar yapmışlardır.
Kıyamet sırasında göğün yarılacağını, kapı kapı açılacağını ifade eden ayetin (Gök yarıldığı zaman -ve hep yapa geldiği gibi- Rabb’inin buyruğunu dinlediği zaman) tefsirinde
Hz. Ali’nin (r.a.)
göğün “Mecerra”dan çatlayıp yarılacağı şeklinde açıklaması hayli dikkat çekmektedir.
 (Kadı Beyzavi, II/592; ayet için bkz. Inşikak, 84/1-2)
 Astrofizikteki gelişmeler çerçevesinde şimdi bu haberleri daha kolay kavrama imkânına sahibiz. Bilindiği gibi Karadelikler için en belirgin özellik ağ şeklinde ve sağlam bir surette tesis edilen uzayın “çatlayıp delinmesidir.” Mevcut bilgilerimize göre ayetlerin vurguladığı “sema yarılmasını” şahadet âlemi olarak idrak ettiğimiz fizik Dünya’nın, yani uzay-zamanın değişerek farklı boyutlara kapı açılması olarak yorumlayabiliriz.
Kur’an bize her zaman ipuçları vermekte ve birçok yerde de bunların “anlayan, akıl sahibi ve bilgili kimselere misal, ayet (ipucu, delil)” olduğunu tekrarlamaktadır. Enbiya, 21/32’de “Göğü de dengesizliğe düşmekten korunmuş bir tavan durumunda yarattık.” ilahî fermanı bu gök tavanının arkasında başka Dünyaların varlığına dair akla kapı açmaktadır. Semânın yani uzay-zaman denen fizikî kainatın sağlam bir yapıda olduğu yanında,
“çatlaksız” olduğu da (Mülk, 67/3) açıkça anlatılmaktadır.
 “Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?” buyrulmaktadır.
Ancak kıyametle ilgili ayetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli vurgulanır.
“Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir” (Ibrahim, 14/48)
 ayeti de kıyamet esnasında bu “çatlaklarla” ahiret âlemlerine kapı açılacağı açıkça belirtmektedir.
Yaz Üçgeni Sürdürülen seri hesaplamalar ve hassas gözlem ve araştırmalarla, Güneş’in de kendine has bir hareketi daha olduğu anlaşıldı.. Güneş, Herkül Burcu yakınlarındaki ve ismine Vega denen bir yıldıza doğru hareket halindedir. Güneş’in bu hareketinin, Kuzey Kutup Ekseni ile 37 derecelik bir açı yapacak şekilde gerçekleştiği ortaya çıkmış ve bu açıya bilimciler, “solar apex” adını vermişlerdir.
 Güneş, işte bu Vega yıldızına doğru her saniyede 20 kilometrelik bir hızla hareket halindedir. Bulutsuz bir gecede başınızı gökyüzünün tam tepesine kaldırdığınızda fezanın neredeyse en parlak üç yıldızı ile karşılaşırsınız. Jupiter, Merkür ve Venüs gibi gezegenler de parlak göğün parlak cisimleridir. Ancak onlar tepede değil aşağıda bulunurlar.
Tepede kalan bu üç yıldız “Yaz üçgeni” olarak bilinir. Yaz Üçgeni yazın sona ermesiyle artık yavaş yavaş batıya doğru kayar. Bu yıldzıların en parlağı olan ve diğerlerine göre biraz sağda olan meşhur Vega Yıldızıdır. Lyre ya da Kanun takım yıldızına iat devasa bir yıldızdır..
Vega aslında Arapça bir kelime Yaz Üçgeni (Başucunda Vega, güneydoğuda Deneb ve güneyde Altair) Yaz üçgeninin ikinci yıldızı Vega yıldızının hafif güney doğusunda kalan Deneb’dir.. Kuğu takım yıldızının en parlak yıldızıdır. Yine yıldız Arapça kuyruk anlamında olup, kuğunun kuyruğunda yer aldığı için “zeneb” adı verilmiştir. Samanyolu’nun en büyük yıldızlarından biridir ve Güneş’in 265.000 katı parlaklığa sahiptir.
Yıldızın o kadar muazzam bir büyüklüğü vardır ki (Güneş’in çapının 200 katı) eğer Güneş’in yerinde olsaydı, yıldızın yuvarlağı Yerkürenin yörüngesini içine alırdı. Birinci Mektub’da Bediüzzaman haşir meydanı ile ilgili bir bahiste “küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor.” Bu yıldızın büyüklüğü dikkate alındığında bu hakikatın sayısız misâlleri bu kâinatta mevcut olduğu dikkatimizi çekmektedir.
Hadislerde Güneşin Kırmızı dev dönemine geldiğinde, Dünyanın yörüngesini dolduracak kadar genişleyeceği bildirilmektedir. Hz. Âdem’den (as) kıyamete kadar gelip geçen insanların haşr edilip hesaba çekileceği koca meydanı halk etmek, İlahi kudrete fezada örneklerini gördüğümüz, Deneb denen yıldızı yaratmak kadar kolaydır. Yaz üçgenin üçüncü yıldızı ise Kartal takım yıldızının en parlak yıldızı olan Altair’dir. Vega ve Deneb yıldızlarının güneyine düşerek üçgeni tamamlar.
Takım yıldızındaki kartal, Arapça Ukab olarak da geçer. Hatta takıma ait yıldızlardan birinin ismi Deneb el Ukab’dır. Vega Yıldızına Doğru Seyahat Yerküre, Güneş sistemi ile birlikte saniyede 20 kilometre gibi bir hızla Vega yıldızına doğru, gidiyor. Bu seyahat Samanyolu galaksisindeki hareketimizden farklı bir hareket.
Milyonlarca senedir gece ve gündüzü, yaz ve kışı netice veren hareketleri yaparak ve hiçbir yere çarpmadan devam eden bu muhteşem yolculukta Ay’ın ve Güneş’in hareketinde ve rotasında ne bir değişme nede bir sapma vuku bulur. Yasin Sûresinde Güneş’in bu yolculuğunu Bediüzzaman Şemşü’s-Şümüs’ olduğuna dikkat çeker. “Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra (karar yerine) doğru akıp gitmektedir.
 İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” Güneş’in bu hareketine, çekim gücü sebebiyle sisteme dâhil bütün gezegenler gibi üzerinde yaşadığımız yaşlı küremiz de iştirak etmekte; böylece Güneş Sistemi belli bir doğrultu boyunca, hiç şaşmadan, şaşırmadan yoluna devam etmektedir.

BEDİÜZZAMAN VE ŞEMŞÜ’S-ŞÜMÛS

Meselenin başka bir boyutuna gelince, Güneş Sistemi’nde on iki gezegenden söz eden Bediüzzaman, Güneş’in manzumesiyle beraber Şemsü’ş-Şümûs’a hareket ettiğini Kur’an’ın işareti olarak dile getirmektedir.
Güneş Sisteminin Vega yıldızına doğru hareketinin aynı zamanda galaksi merkezine doğru olduğunu görüyoruz. Ancak harekette bir miktar sapma bulunmaktadır. Acaba Galaksi merkezine doğru olan hareketinde merkezi süperkütleli merkezi karadeliğin mi etkisi var?
Diğer taraftan Güneş’imiz galaksi merkezine doğru olan rotasında bir aykırılık var. Acaba bu aykırılığın kaynağı ne olabilir? Görüldüğü gibi cevap bulması gereken bir çok soru bulunmaktadır.
Aykırılığı telâfi etmek için bizi çeken başka bir merkez daha olmalıdır. Bu eğer “beyaz cüce” veya “pulsar” olsaydı görülürdü. Eğer bu bir “kara cüce” yahut “nötron yıldızı” olsaydı, uzun süreçler gerektirirdi. Bu çok zayıf ihtimal göz ardı edilirse, tek bir açıklama kalıyor geriye. Bu bir Karadelik olabilir.
Karadeliklerin ışıyan yıldızları itip-kakma örneği, evrende çok yaygındır. Karadelik uzmanı Kipp Thorne’a göre en ihtiyatlı bir ölçümle, yalnız Samanyolu kollarında bir milyon Karadelik bulunmaktadır. Kısacası evren, tasavvurumuzun çok üstünde Karadelik barındırmaktadır.
Güneş’imiz diğer Güneşlere göre istisna olarak tektir. Güneş’imizin bir ikizinin olması gerektiğini gök bilimciler kabul etmişlerdir. Güneş’imizin yakınlarında bir yıldız ışıması olmadığına göre “Güneş’in eşinin” erkenden bir karadeliğe dönüştüğü üzerinde durulmaktadır. Uranüs, Neptün, Plüton gezegenlerinde de çekim dengesizliğinden söz edilmektedir. Güneş Sistemi’mizde kaç tane gezegen olduğunu dahi doğru dürüst bilmemekteyiz. Plüton gezegeninden sonrasını göremiyoruz.
Güneş Sistemi’mizde bugün bilinen dokuz gezegen vardır. Ancak bu çok eski bir bilgidir. Bazı uzmanlara göre Güneş Sistemi, on iki gezegenden ibarettir. Bunlardan birisinin parçalandığı tahmin edilmektedir. Kupier ve Orien asteroid kuşağının geçmişte gezegen olma ihtimalinden (şimdi ise parçalanmış) söz edilmektedir.
Tietz-Bode, Güneş Sistemi’nin çapını Dünya ile Güneş arasını bir birim kabul ederek 374,8 birim olarak hesaplamıştır. Plüton gezegeninden sonraki mesafeye tam üç gezegen sığmaktadır.
Şemsü’ş-Şümûs’la kastedilen eğer galaksi merkezindeki karadelik değilse çok daha büyük bir yıldız olarak kabul ettiğimizde erken ölüme mahkum olmuş ve karadeliğe dönüşmüş Güneş’in ikizi olarak kabul edebiliriz. Büyük yıldızların yakıtlarını küçüklere nispetle çabucak bitirdiğini bu yüzden de “ölüme” erken gittiğini burada belirtelim.

Güneş Nereye Gidiyor?
Bir hadiste ravisinden şöyle buyrulur:
Güneş batarken Rasulullah (salât ve selam ona) ile birlikte mescidde idim. Bana:
-“Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu güneş nereye gidiyor?” diye sordu. Ben:
-“Allah ve Resulü daha iyi bilirler!” dedim.
-“Arşın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: “Geldiğin yere dön!” denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenab-ı Hakk’ın şu sözü haber vermektedir: “Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir.” (Müslim, İmân 250)

Acaba Güneşin duracağı zamana doğru yürüyüp gittiği yada arşın altı denen yer neresidir? Bunun için önce Güneşin hangi hareketler yaptığı ve uzay için Güneş sisteminin hareketlerine bakarak bazı tahminlerde bulunmak mümkündür.

Bediüzzaman, “Veşşemsu tecri limüstekarrin leha” (Yasin, 36/38) ayeti (Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde) Güneş’in manzumesiyle beraber Şemsü’ş-Şümûs’a doğru hareketine işaret eder.” Demektedir. Diğer açıklamalarına da göz atalım:

“…Ta Şemsü’ş-Şümûs’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lahikası, 325)
“Dünya’nın ömrü ise Şemsü’ş-Şümûs’un hareket-i mihveriyesi ile hâsıl olan eyyam iledir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lahikası, 326)
“Ve Şemsü’ş-Şümûs’a tâbi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan Dünyaların ömrü, Şemsü’ş-Şümûs’un işarat-ı Kur’anîye ile her bir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla…” “Şemsü’ş-Şümûs’a tâbi Dünyaların beka âleminden olduğu ve Dünya’mıza baktığı…” Bu ifadelerden çıkardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:
– Güneş Sistemi topluca Şemsü’ş-Şümûs’a doğru yol almaktadır.
– Şemsü’ş-Şümûs ahiret ve beka âlemlerindendir. Yaşadığımız fizikî Dünya’dan farklı bir âlemdir ve önemli görevler yüklenmişlerdir.
– Şemsü’ş-Şümûs’ta geçerli zaman akışında bir gün, bizim ölçülerimize göre elli bin seneye eşittir. Buralarda zaman olağanüstü genişlemiştir. Bu zaman ölçüsü başka ayetlerde mesela meleklerin sürati için dile getirilmektedir. Bu hızın, beka âlemlerinin, nurun hız ve zaman akışı olduğunu düşünebiliriz. Tarihî kayıtlarda Rabbü’ş-Şıra adlı bir Güneş’ten söz edilir.
Eğer gerçekten böyle bir Güneş var idiyse, şu anda böyle bir Güneş’in görünmemesini, onun Karadelik haline gelmesi ile açıklayabiliriz. Bilindiği gibi fezada bütün yıldızlar çift olarak bulunurlar. Güneş neden istisna olarak tek yıldız halinde bulunuyor? Eğer Güneş bir istisna olarak yaratılmamışsa onun da bir eşi olmalıdır ve Güneş’ten daha büyük bu ikiz şimdi Karadelik olarak yerini almış olabilir.
Uzayda birçok örneği görüldüğü gibi, daha önce Karadelik haline gelen yıldız, zamanla eşini kendine doğru çeker ve sonunda onu bütünüyle yutar. Galaksi merkezindeki Karadelikten başka, 6.000 ışık yılı uzaklıkta bulunan Cygnus X-1 çift yıldız sistemindeki “mavi dev” HDE-226868 en yakınımızdaki Karadelik olup, Dünya’da görebildiğimiz ikizinden devamlı surette madde yutmaktadır. Bu karadeliğin ikizinin yuttuğu maddenin içeri girerken sıkışarak ısınması sonunda dışarı çıkardığı adeta ölüm çığlığı niteliğindeki röntgen ışınları, Dünya’dan kolaylıkla gözlenebilmektedir.
Yakın zamanlarda ortaya çıkarılan bir diğer gerçek ise çok daha şaşırtıcıdır. 1987 yılının bir sabahında, Dünya’nın önde gelen yedi bilim adamı, Washington’da bir araya geldi. Tartıştıkları konu şuydu: Içinde Güneş gibi 400 milyar yıldız barındıran Samanyolu, tarifi imkânsız bir hızla uzayda nereye gidiyordu? Astrofizik alanında isim yapmış bu yedi uzman, kısa süren bir tartışmadan sonra çalışmalarını ortak bir raporla bilim dünyasına duyurmaya karar verdiler.
Samanyolu yıldız adası, saniyede 700 kilometrelik bir hızla, 300 milyon ışık yılı uzaktaki Hydra-Cenaurus adı verilen bir galaksinin de ötesinde bir bölgeye doğru büyük bir hızla sürükleniyordu. Bu bölgede, on binlerce galaksiyi içine alacak büyüklükte, şimdiye kadar görülmemiş olağanüstü çekim gücüne sahip bir cisim vardı. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda bu çekim sebebinin bir Karadelik’ten kaynaklandığı anlaşıldı.
Bu Karadeliğin adına “Büyük Çekici” manasında “Great Attractor” adı verildi. Samanyolu’nun bu hareketine ise “Garip Özel Hareket” manasında “Peculiar Motion” dendi. Takip eden birkaç sene içindeki çalışmalar en az 900 galaksinin bu “Büyük Çekici”nin tesiri altına girdiğini ve korkunç hızlarla ona doğru sürüklendiğini ortaya çıkardı.
Görüldüğü gibi Güneş sistemi ve galaksimiz çeşitli çekimlerin etkisi altında bulunmakta, bir yerlere çekilip götürülmektedir.

GALAKSİ MERKEZİ VE MECERRE

Galaksi Merkezi
Zaman ilerledikçe, uzay hakkındaki bilgi dağarcığımız da genişliyor. Gelişmiş teleskop sistemimizle; Karadelikler artık bize teorilerde olduğundan daha yakın hale gelmiş bulunuyor. Belki ileride birçok sırrını çözme başarısını göstereceğiz karadeliklerin. Hatta belki onlara seyahatler düzenleyebileceğiz. Ama şimdilik bu çok erken görünüyor

Samanyolu galaksi sarmal şeklindedir, aslında galaksinin şekli “rüzgar gülünün” şeklinin aynısıdır. Yani, merkezinden dışa doğru açılan kolları vardır. Bu kollar dört tanedir. Bunlardan birinin adı “Avcı Kolu”dur. “Güneş Sistemi” denilen gezegenler topluluğu bu kolda bulunur ve bu topluluktaki gezegenlerden biri de Dünyamız’dır.

Güneş Sistemimiz Samanyolu Galaksisi’nin merkeze yakın olan kısmındadır. Fakat, yakın olmasına rağmen, Güneş sistemi Galaksi merkezi etrafındaki ancak 220 milyon yılda tamamlar.

Dev Samanyolu, milyarlarca yıldır bu biçimini ve hareketini tüm karmaşıklığına rağmen sürdürür. İçindeki yıldızlar, son derece büyük bir süratle döndükleri halde, hiç şaşırmadan düzenlerini ve yörüngelerini korurlar.

Elbetteki, yıldızların kendi kendilerine böyle bir şekil oluşturması mümkün olmayacağı gibi kendi aralarında böyle bir karar alıp en uygun biçimde dizilmeleri ve hareket etmeleri de imkansızdır. Bir bahçedeki taşları düşünün! Taşlar bir araya gelerek, “bir bölümümüz merkezi, diğer bölümümüz de kolları oluşturalım ve sonra da hiç durmadan ve sırayı bozmadan bahçede dönelim” diye bir karar alabilirler mi? Unutmayın, taşlar nasıl cansız varlıklarsa, gök cisimleri de cansız, şuursuz varlıklardır.Tabii ki Samanyolu’nun tesadüfen oluştuğunu ve yıldızların kendi kendilerine aldıkları kararla hareket ettiğini söylemek de en az bu bahçedeki taşlar örneği kadar saçma bir durumu ifade eder.

Galaksi Merkezindeki Hareketlilik

Astronomik olarak bakışlarımızı Samanyolu’nun merkezine çevirdiğimizde orada olağanüstü hareketlilik dikkatimizi çeker. Burada neler oluyor acaba? Oradaki gaz ve toz bulutları ve hatta yıldızlar neden öyle olağanüstü süratte dönüyorlar? Samanyolu merkezindeki gök cisimlerinin beklenenin çok çok üzerindeki süratlerinin kaynağı ne olabilir ki? Bu hıza göre onlar uzaya fırlamalıydılar.

Orada çok büyük bir çekim odağı olduğu belli. Hiç bir büyük kütleli yıldız bu sürati sağlayamayacağına göre orada bir karadelik bulunuyor. Ama ışınlar yolu ile karadelikleri inceleme yolu kapalı. Yapmamız gereken karadeliğin etrafındaki gök cisimlerinin davranışlarından dolaylı olarak karadeliği araştırma yoluna gitmek.. Pekala ama ne varki yoğun gaz ve toz kümeleri karadeliğin cisimlere uyguladığı etkileri de gözlemlemeyi zorlaştırıyor.

Bunun üzerine araştırmacılar Kızıl ötesi ve Röntgen ışınları spektroskopisi ile işe koyuldular. Gaz bulutlarının etkisi azaldığından görüntü alınmaya başlandı.

“Astronomi ile ilk uğraşmaya başladığımda galaksimizin merkezinde süper kütleli bir kara delik olacağını hiç düşünmemiştim’’ diyordu ünlü Astronomi bilim adamı Prof. Andrea Ghez. Andrea çalışmalarını derinleştirmek için Hubble’dan daha güçlü bir teleskop kullanma ihtiyacı duydu. Kullandığı “The cap teleskop’’ 4570 metre kadar yükseklikte Marokea dağında çalışmaya başladı. Kep teleskobu dünyadaki en büyük bir optik teleskop. 32 ft çapında bir aynası var. 36 parça aluminyumla kaplanmış ve çok iyi cilalanmış camdan meydana geliyor.

Yeni teleskop, fotonlar çok daha iyi ve yoğun bir şekilde toplayabiliyor ve çok detaylı şeyleri görmeye imkan veriyor. Astronom Andrea Ghez, teleskobunu Samanyolu’nun kalbindeki yıldızlar üzerine odakladı. Oradaki bir kısım gök cisimlerinin hızları saniyede 1000 km. Bu merkezden uzakta kalan yıldızlarınkine göre çok yüksek bir hız değeri. Gözlenen yıldızlar, galaksinin merkezine 200 ışık yılı mesafede. Saniyede 1000 km hızla hareketi ancak merkezdeki kütlenin güneşten 2 milyon defa daha büyük olması ile mümkün olabilir.

Araştırmalar derinleştikçe sadece Samanyolu galaksinin değil, diğer galaksilerin merkezinde, tam kalbinde kara deliğin yer aldığı gerçeği ortaya çıktı.

İncelemler arttıkça Güneş nasıl gezegenlerle birlikte bir sistem meydana getiriyorsa, merkezi karadelikler de galaksiler için bir merkez durumundaydı

Samanyolu merkezindeki Karadelik aktif durumda. Etrafındakileri durmadan yutmaya devam etmektedir. Gitgide büyümekte ve güçlenmektedir. Tesir sahası gittikçe artmaktadır. Uzun kırmızı ötesi (infrared) astronomisinin tespitleri, her saniye Güneş Sistemi hızla onun yutulma sahiline yaklaştığımıza göre, “Dünya’nın sonu bu Karadelik yoluyla mı olacak?” sorusu gündeme gelmektedir.

“Gökler kapı kapı açılır, her tarafı kapı haline gelen gökten melaike orduları birden indirme yapar” (Nebe, 78/19) ayetine göre açık kapısı olmayan ve geçit vermeyen uzay-zaman dört boyutlusunun kıyamet günü açılacağı ilk etapta akla gelmektedir. “Gök kapılarının” ne olduğu konusunda tefsirleri incelediğimizde birçok müfessir, açık ve yakın manalardan ziyade uzak manalara yer verir.
Ancak bazı eserlerde, “mecerre, göğün kapısıdır” diye rivayet edilmiştir. Peygamberimize atfedilen “mecerra” ifadesi üzerinde yoğunlaştığımızda bazı ipuçlarına ulaşabiliyoruz. Tefsir yorumcularından bazılarına göre “mecerra” ile Samanyolu kastedilmektedir. Yaptığımız araştırmada, Kur’an’ın ilk yorumcularından ve bizzat Peygamberimizden (a.s.m.) ders almış olan Ibn-i Abbas’ın açıklamalarını konumuz açısından dikkat çekici buluyoruz.
Peygamberimizin (a.s.m.) ifadelerine göre “Mecerra” sema kapısıdır ki, sema buradan yarılacaktır.
Taberani’nin eserinde bulunan bir sözü ise şöyledir: “Gökte bulunan ‘mecerra’, Arş’ın altındaki yılanın teridir (salyası).” Peygamberimiz (a.s.m.) o gün anlaşılmasında zorluk bulunan ince ve yüksek hakikatleri çoğu kere teşbih ve mecazlar yoluyla anlatmıştır.
Karadelikler için yapılacak en uygun benzetmelerden birisi de “yılan” lâfzıdır. Iki uzayı birbirine bir tünel- hortum şeklinde bağlama özelliği sebebiyle Karadelikler için bilim dünyasında “Worm Hole” yani “solucan deliği” tabiri kullanılmaktadır. Yılan bünyesine göre iri şeyleri yutabilmekte ve yutulan şeyi “dar ve uzun bir tünelden” geçirmektedir. Karadeliklerin Şahadet Âlemi’ni Arş’a bağlayan tünel olduğu, bu hadisin ifadesinden sezilebilir.
Geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla -Genel Relativite’nin de ispatladığı üzere- göklerin uzay-zaman düzlüğü Kur’an’a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kağıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer. Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır.
Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Karadelikler konusunda Dünya’da ileri derecede uzmanlaşmış birkaç kişiden birisi olan Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserinde, kainatımızda “görülen” yıldızlardan daha fazla karadeliğin mevcut olduğunu belirtir.
Hatırlayalım ki, sadece bizim galaksimizde 400 milyar görünen yıldız var! Bu durum tabii ki, ilim adamlarını “Acaba kıyamete bir adımlık mesafe mi kaldı? Siyah deliklerde kaybolan madde, ısı, ışık nereye gidiyor? Bunlar gerçekte yokluğa mı gidiyor?” diye de sormak mecburiyetinde bırakıyor.
Nitekim astrofizikçiler, bir türlü dışına çıkamadığımız kainatın, belki de dışına çıkabileceğimiz bir kapı bulduk diyorlar. Mesela Kur’an’da geçen “göğün görünmez kapıları” siyah delikler ise, o zaman ahiret âlemleri fazla uzağımızda bulunmuyor demektir.
“Karadeliğin tekilliğinden sonra ne vardır?” sorusuna, “Hiçbir şey yoktur” şeklinde verilen bir cevap herhalde hiç kimseyi tatmin etmez.
Tartışmalar şu noktada odaklaşıyor.
 Diyorlar ki, Karadeliğin tekilliği bir başka evrenin bir başka tekilliği ile dar bir tünel şeklinde, kum saati gibi birleşmiştir. Bir başka evrenin tekilliği, o evrenin akdeliğidir. Akdelikler, Karadelikler gibi çevresindeki her şeyi yutmazlar. Aksine onlar, kendisine ulaşan her şeyi dışarı püskürtüp fırlatır. Karadeliğin aksine çok aydınlık olan bu bölgelerde çekme yerine itme ve kaldırma söz konusudur.
Buradaki çekime gravitasyon diyorduk. “Oradaki” özellik çekiş değil itiştir. Akdelikler aslında Big-Bang gibi yeniden doğuşu temsil etmektedir. Ayet-i kerime, âlemin toplanıp dürüldükten sonra tekrar ilk haline iade edileceğini bildirmektedir. “Gün gelir, gök sahifesini, tıpkı katibin yazdığı kâğıdı dürüp rulo yapması gibi düreriz.
 Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak, diriltmeyi de Biz gerçekleştiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da Biziz.” (Enbiya, 21/104).
 KARADELİKLER VE KIYAMET
Kur’an-ı Kerim’de kıyamet esnasında vuku bulacak olayların açık tasvirlerini görmekteyiz: Ayetlerin ifade ettiği manalara baktığımızda da kıyametin sadece Dünya’yı değil diğer gök cisimlerini de içine alan evren çapında hatta uzay-zamanın (gökler) bile çatırdadığı, yarıldığı müthiş bir olay olarak anlatılır.
 Kur’an-ı Kerim’de kıyamet esnasında yeryüzünde olacaklar kadar göklerdeki yarılmaya, yıldız ve gezegenlerin dağılıp dökülmelerine, Güneş’teki “dürülmeye” özellikle dikkat çekilir. Yapılan çoğu kıyamet tasvirlerinde ise, Dünya’da hayatı sona erdirecek sınırlı bir kıyamet üzerinde durulur..
 “Gök de yarılıp ayrıldığı zaman, gezegenler dağılıp döküldüğü zaman, deniz fışkırtıldığı zaman.” (Infıtar, 82/1-3)
 “O gün gök sallanıp çalkalanır, dağlar (yerlerinden kopup) yürür.” (Tur, 52/9-10)
 “Güneş dürüldüğü zaman.” (Tekvir, 81/1)
“Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaaddir. Elbette, Biz yapıcılarız.”
 (Enbiya, 21/104).
Imam-ı Gazali Hazretleri, “Keşfu Ulumu’l-Ahire” isimli risalesinde kıyamet ayetlerinin bir nevi tefsirini yaparken evren çapındaki kıyamete dikkat çeker: “Allah, Sur’un üfürülmesiyle,
Kıyametin kopmasını murat ettiği zaman bir de bakarsın ki, dağlar uçuşup bulutlar gibi yürümeye, denizler birbirine doğru karışmaya, Güneş dürülüp kararmaya, kainat birbirine girmeye, yıldızlar, ipinden kopmuş tespih taneleri gibi dökülüp dağılmaya, gök değirmen taşı gibi dönmeye, yer korkunç sarsıntılarla titreyerek deri gibi bazen gerilip bazen yayılmaya başlar.
 Öyle ki Allah, feleklerin görevden azledilmesini emredip, yerlerde, semâlarda ve hatta Kürside canını vermemiş hiçbir canlı kalmaz. Ruhlu ise ruhunu teslim eder. Yer ve gökler sakinlerinden boş kalır.” Bediüzzaman Hazretleri ise kıyameti tasvir eden ayet-i kerimelerin yorumunda birbirine bağlanmış ve hassas bir düzen içindeki kainatın parçaları arasındaki ulvi rabıtalarda (çekim, elektromanyetik kuvvet, nükleer kuvvet vs.) bir bozulma olacağına dikkat çeker, evren çapındaki kıyameti şöyle tasvir eder:
“Şu Dünya’nın can çekişmesini, Kur’an ayetlerinin işaret ettiği surette, hayal etmek istersen bak. Şu kainatın eczaları, ince, ulvi bir nizam ile birbirine bağlanmış; gizli, nazik, latif bir rabıta ile tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki; eğer gök cisimlerinden tek bir cisim, ‘Öl’ emrine veya ‘Yörüngeden çık’ hitabına mazhar olunca şu Dünya sekerata başlar.
Yıldızlar çarpışacak, ecramlar dalgalanacak, nihayetsiz feza-yı âlemde milyonlar gülleler, küreler gibi büyük topların müthiş sadaları gibi feryada başlar. Birbiriyle çarpışacak, kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. Işte şu ölüm ve can çekişme ile Kadir-i Ezeli, kainatı çalkalar; kainatı tasfiye edip, cehennem ve cehennemin maddeleri bir tarafa, cennet ve cennetin mevadd-ı münasebetleri başka tarafa çekilir, âlem-i ahiret tezahür eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 498).
Sağlam olarak çatılmış bir düzeni dağıtacak ve çekim gücü dâhil diğer kuvvetleri etkisiz hale getirecek; gezegen ve yıldızları yörüngesinden çıkaracak, dolayısıyla her şeyi alt üst edecek geniş çaplı bir bozulmayı sağlayacak kuvvet ne olabilir? Yıldızların uzaydaki Karadelik denen “görünmez kabirlerine” düşerek “vakitsiz ölümleri” artık resmen gözlenmektedir. Uzmanların Karadelik kıyameti ile ilgili tasvirlerine baktığımızda yukarıdaki ifadelerle oldukça benzerlikler bulmaktayız.
Önce, Karadelik çekim etkisi ile Dünya’da olacaklar kısaca bakalım:
 “Nedir o gürültü koparacak olan? O gürültü koparacak olanın ne olduğunu sen bilir misin? O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneye dönecekler. Dağlar atılmış renkli yüne benzeyecekler.” (Kâria, 101/1-5)
 “Denizler fışkırtıldığı zaman…” (Infıtar, 82/1-3)
Karadelik çekim etkisi dağları uçurabilir ve dağların uçmasıyla yerin altındaki ateş ve lavlar ortaya çıkabilir. Büyük depremler meydana gelebilir. Kıyamet Depremi ’’Depremler, Ay ve Güneş’in çekim etkisiyle birleştirilmeye çalışılır.
Bu konuda bilimsel araştırmalar da vardır ama bir kurala bağlandığı söylenemez. Ay ve Güneş tutulmasıyla denizde yükselme 7-8 metreye kadar ulaşıyor. Karalarda da 35-40 cm’ lik bir yükselme olabiliyor. Bunun depremi tetikleyici bir unsur olduğu düşünülüyor Karadelik çekim etkisi çok daha şiddetli bir depreme yol açabilir.
Örneğin 12 veya 15 şiddetinde depremi düşünün! Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir deprem, gerçekleştiği bölgeye çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket ortaya çıkar. . 12 Şiddetinde depremle her yerde ve her şeyde sarsılır.
 Öyle ki büyük kaya yığınları, tepeler adeta uçuşur, yerlerini değiştirir. Kıyamet günü yaşanacak sarsıntının ise, çok çok daha büyük şiddette bir depram olduğu anlaşılıyor. Allah’ın dilemesi dışında – dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddette bir sarsıntı tasvir edilmektedir Kuranda.
Bu sarsıntı, birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların dahi dayanamayacağı kadar büyük olduğu anlaşılmaktadır. Yeryüzündeki en sağlam yapılar olan ve sarsılmaz sıfatını taşıyan dağlar yerlerinden oynar, altındaki toprakla birlikte kaymaya başlar. Kuran’da o gün dağların hareketlenişini anlatan ayetler şu şekildedir:
Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür.
(Tur Suresi,10)
Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir.
(Nebe Suresi, 20)
 Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır.
(Kehf Suresi, 47)
Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların yerlerinden sökülüp, tüm kaya ve sert kütleler çarpışa çarpışa paramparça olacak; hatta öyle ki bu şiddetli çarpışmalar sert bir şey bırakmıyacak, sonuçta elenmiş ip ince toprak haline gelen yeryüzü sarsıla sarsıla yayılacak, yer dümdüz hale gelecektir. Kuran’da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:
(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur.
(Müzemmil Suresi, 14)
Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman.”
(Vâkıa: 5-6)
Yine Kuran’da o güne ait olarak verilen bir bilgi de, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzünün hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşeceğidir.
Sana dağlar hakkında soruyorlar.
 De ki: “Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” (Ta-ha Suresi, 105-107)
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır.
(Kehf Suresi, 47)
Denizler Birleşiyor Kıyamet sürecinde denizlerin birleşeceği ve buharlaşacağı da haber verilmektedir. Ayette, “ O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar… koydu”
 (Nahl-15)
 Yer bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman”
(Fecr:- 21)
“ dağlar yürüdükçe yürür” (Tur- 10)
“Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) zaman”,
(İnfitar -3)
 Yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için direk ve çivi görevi gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket etmesi, çökmesi, parçalanması, haliyle bu koruyuculuğunun kalkmış olacaktır.
Bu durumda dörtte üçü sularla kaplı dünya yüzeyindeki suların yer değiştireceğini, denizlerin birbirine karışacaktır. Hz peygamber, “ Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır” buyurmuştur. Bildiğimiz gibi, bölgeden bölgeye 5 km’ den 75 km’ ye kadar değişiklik gösteren yeryüzünün en dışta kalan tabakasındaki katı, sert kabuğunun altında, kalınlığı yaklaşık 2900 km olan ve yüzeye yakın olan kısımla, sıvı çekirdek arasında, sıcaklığı giderek artan bir biçimde 100- 3700 dereceli manto tabakası denilen çok sıcak bir tabaka yer alır.
Bu yarı katı yarı sıvı yani, sıvımsı katı olan manto tabakası da alt ve üst manto tabakası olarak ikiye ayrılır (derinliğe indikçe sıcaklık ile basınç artar). Bu tabakanın altında, demir ve nikelden ibaret kalınlığı 2300 km ’ye uzanan sıcaklığı ise yaklaşık 3700- 4000 dereceli sıvı bir metal tabaka yer almaktadır.
Hadiste, “ateş” ifadesiyle manto tabakasına, “(ikinci) deniz” ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta olan bu magmaya işaret etmiş olabilir.
Eskiden beri sıvı-mayi su ile temsil edilmiştir. Böylece
“Yer şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekilerini dışarı attığı zaman”
(Zilzal- 1/2)
 ayetinin de işaret ettiği üzere, kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengeleri sonucu, yer çatlayacak, çökecek, kırılacak, …vs ,
 denizleri taşmaktan koruyan dağların yer değiştirmesi dağılması ile de tüm denizler birleşecektir.. Yer altındaki magma tabakası da denizlerle birleşmesi sonucu denizler kaynamaya, fışkırmaya başlayacaktır. Denizlerin Yanması Kıyamet esnasında ayetin bildirdiği gibi yer ağırlıklarını dışa atacak.
Belgesel programlarında Yerin altındaki yaklaşık 4.500 derece sıcaklığındaki katmanın, lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu dehşetli manzaralara şahit olmuşlardır.
Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntü, bu manzaradan çok daha farklı, tüm yeryüzünü içine alan dehşet verici bir manzara olacağını Kuranın mesajından anlamaktayız. Yer altında, deniz altında bulunan petrol ve doğal gazlar da açığa çıkacak, mağma ateşi ile alev alev yanarken ısının su fokur fokur kaynayacaktır.
Havai kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden izlemekteyiz. Ayetlerde haber verildiği gibi yerin altı üstüne çıkacağına göre, Kıyamet sürecinin belli bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük alanlardan açığa çıkacak olan o müthiş sıcaklıktaki lavlar, göllerin, denizlerin, okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayabilir.
 “Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman”,
(Tekvir- 6)
 Karadelik Çekiminin Etkileri Bir ateş küre üzerine oturduğumuzu hatırlayalım. Atmosferi meydana getiren gazlar yer çekimiyle arza tutunmaktadır. Suları kaynatacak, dünyaya tutunmuş olan atmosfer gazlarını çekip götürecek etkilerden birisi de karadelik çekim kuvveti olabilir.
Kuvvetli bir çekim etkisi ile Dünya atmosferinden hava ve onun teşkil ettiği “hava basıncı” yok olabilir. Basınç kaldırılınca oluşacabilecek, diğer şeylere bakalım: Tüm sular, okyanuslar müthiş bir fışkırma ile kaynayıp buharlaşacaktır. Olay bununla bitmeyecektir. Böyle bir durumda tüm canlılar büyük ölçüde sudan (% 70) ibaret olduğuna göre dış basıncın kalkmasıyla “iç basınç” tüm canlıları “patlatacak” paramparça edecektir.
Diğer yandan, diğer gezegenler yanında Güneş Sistemi’ndeki iki “asteroit kuşağında” (Kupier ve Orion kuşakları) yer alan trilyonlarca gök cisimlerinin de (asteroit, meteor ve kuyruklu yıldızlar) Karadelik etkisi ile cazibe iplerinin koparılarak ve Karadeliğin vakum etkisi ile bir araya toplanması esnasında vuku bulacak çarpışmaların dehşetinin ne hayali ne de tasavvuru mümkün olabilir.
Geometrik Çekim Dengesinin Bozulması Bir de geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla olacaklara göz atalım: Genel Relativite’nin de ispatladığı üzere- göklerin uzay-zaman düzlüğü Kur’an’a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kağıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer.
Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” sonsuz ağırlık anlamına gelen Karadeliklerce o bölgede eğilip bükülmekle kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle delinmektedir.
Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır. Semânın yani uzay-zaman denen fizikî kainatın sağlam bir yapıda olduğu yanında,
“çatlaksız” olduğu da
(Mülk, 67/3) açıkça anlatılmaktadır.
 “Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?” buyrulmaktadır.
Ancak kıyametle ilgili ayetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli vurgulanır. “Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.” (Ibrahim, 14/48) ayetinden de kıyamet esnasında bu “çatlaklarla” ahiret âlemlerine kapı açılacağını anlayabiliriz.
“(Kıyamet) günün(ün) şiddetiyle gök bile çatlar”(Müzemmil, 20/18)
. “Gök yarılır, o gün zaafa düşer”. (Hakka, 69/16)
 Bilindiği gibi Karadelikler için en belirgin özellik ağ şeklinde ve sağlam bir surette tesis edilen uzayın “çatlayıp delinmesidir.” Galaksilerin merkezinde birer kıyamet makinesi gibi çalışan Karadeliklerin giderek büyüdüğü sonunda galaksinin Karadelik haline geleceği ve tüm Karadeliklerin de birleşip evrenin toptan Karadelik haline geleceği beklenmektedir.
Deve İğnenin Deliğinden Geçer mi? Deve İğnenin Deliğinden Geçebilir mi? “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur.” ( Şuara, 94/12; Zümer, 39/63).
Göklerin kapı kapı olduğunu ve dolayısıyla bu kapıların bir vizesi olduğunu anlıyoruz. A’raf, 7/40’ta bu kapılar biraz daha aralanıyor. “Bizim ayetlerimizi yalan sayıp da onlara karşı büyüklük taslayanlar (yok mu?) onlar için gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir.
Biz günahkarları böyle cezalandırırız. Bilindiği gibi ayetler, açık-zahir manalarından başka değişik mana tabakalarına sahiptir. Deve iğnenin deliğinden geçebilir mi? Kur’an-ı Kerim’de niçin böyle bir benzetmeye başvurulmuştur? Bu benzetme Karadeliklerdeki dev feza cisimlerinin tekillik denen küçücük bir noktadan geçirmesini hatıra getirmektedir. Karadeliğin yutma alanına giren koskoca bir kürenin incelerek adeta bir ip haline geldiğini ve yutulan cisme göre çok küçük kalan bir Karadelik alanında yutulduğu gerçeğini göz önüne alırsak, manidar bir benzetme ile karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz.
 Uzay-zamanın son derece bükülüp çukurlaştığı (Kur’anî ifade ile yarıldığı) Karadeliklerde yutulmaya başlayan Güneş’ten yüz bin misli hatta milyar misli bir gök cismi bir toplu iğne başı kadar boyutsuz bir nokta haline gelmektedir. Karadelik etkisinin zirvede olduğu merkez bölge “olay ufku” ile anlatılır. Karadelikler, fizik dünyanın dışına başka uzaylara açılan geçiş kapıları olarak kabul edildiğine göre, karadeliğin içine düşecek bir astronotun başına gelebileceklere bakalım.
 Uzay yolcusu ile saatlerimizi dikkatle ayarlıyoruz ve onu karadeliğin “olay ufku”na doğru uğurluyoruz. Astronotumu yavaş yavaş çekimin giderek arttığı olay ufkuna yaklaşırken saatinin daha yavaş işlemeye başlayacaktır. Güneş kütlesi kadar bir Karadelik çevresinde olay ufkuna biraz yakın bölgedebizim saatimiz 1 saniyelik bir zaman aralığını gösterirken, onun saati bu aralığı 3,3 saniye gösterecektir.
 Zaman orada daha ağır akacaktır. Astronotumuz olay ufkuna biraz daha yaklaşsın, onun 32 “saniye” devam edecek 1 saniyesi, bize göre yine 1 saniyedir. Astronot olay ufkuna girince orada zamanın artık donduğunu, saniyeler arasındaki zaman aralığının durduğunu görecektir. Bizler uzaktan uzağa olayı izlerken, bir de astronot açısından bakalım, o neler görecek? Uzay yolcusu, olay ufku denen “göğün yarıldığı” noktaya yaklaştıkça zamanın “ağır” işlediğini fark etmeyecek; yalnız vücudunda garip bir uzama görecektir.
Çekimin ayaklarda ve başta şiddette etkilemesi sonucunda astronot, ne oluyoruz demeye kalmadan iplik gibi uzamaya başlar. Bu uzama, Einstein denklemlerine göre sonsuz uzunluğa kadar sürer. Ince uzun bir iplik gibi uzayan astronot, çekim dalgalarını ayağında çok şiddetli, başında ise daha düşük hisseder. Astronot, iğne deliği olan tekillik noktasına hızla sürüklenir ve kendini öteki tarafta bulur.
Gittikçe olay ufkuna yaklaşan astronot için geçen saniye, evrenini bir ay, bir yıl, bin yıl sonrasını gösterir. Olay ufkuna bir adım kala, evrenin tüm geleceği astronotun 1 saniyesi içine sığar. Bu bölgede artık “özel izafiyet” de geçerliliğini kaybeder. Çünkü tekilliğe doğru yaklaştıkça, astronotun veya uzay gemisini etkileyecek çekim o denli şiddetlenir ki, bu andan sonra hız artık ışık hızını da aşar. Işıktan da hızlı bir hıza sahip olursak, bütün “nedensellik prensipleri”, öncelik sonralık kuralları sebep-sonuç ilişkileri artık geçersiz hale gelir.
Işte o vakit, zamanda da geriye doğru gidebiliriz. Bu konudaki yorumlar şu şekildedir: Tekillik kuyusuna düşmekte olan biri, evrenin tüm geçmişini göz açıp kapama süresi içinde yaşar. Artık o bir zaman gezgini haline gelmiştir. Şimdi, geçmiş ve gelecek onun temaşası altına girmiştir. Tekilliğin iğne deliğinden bir başka evrenlere, paralel diğer evrenlere, öteki âlemlere de geçmiştir.

Güneş Batıdan Doğacak (Çekim Gücünün
Gariplikleri)

“Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman.” (Tekvir, 81/1)
Peygamberimizden gelen haberlere göre; Güneş Arş’ın altında bulunduğu bir sırada ona, olduğu yerden doğması emri verilecek ve o da buna göre batıdan doğacaktır. Verilen haberlere göre nice sırlar ve varlık tabakalarına havi âlemler bir piramit gibi sıralanmakta; en ulvi noktada yani piramidin tepe noktasında “Arş” yer almaktadır. Eğer âlemler birbirine bağlı ise kainatın ekseni diyebileceğimiz bu bağın kıble olarak yöneldiğimiz Kabe’den geçen nuranî bir sütun olması muhtemeldir.
Güneş tutulması esnasında Güneş-Dünya-Ay bir çizgi boyunca dizilmektedir. Dünya yörüngesindeki seyahatinde “kainatın ekseni” olan kıble sütunu boyunca yani Arz-Güneş-Arş sırasında bir konum oluşturacağı ve Dünya’nın Arş’ın altında kaldığı böyle bir özel konumda kıyametin vuku bulacağı ilk etapta akla gelmektedir.
 Bu hâdise Kur’an-ı Kerim’de; Tekvîr, Infitâr ve Kâria sûrelerinin ilk âyetlerinde şu şekilde haber verilmektedir: “Güneş dürülüp toplandığında. Gök yarıldığı zaman. Çarpacak olan felaket.” Fahrettin Razi, tefsirinde Hz. Ömer’den gelen bir rivayete göre, “küvvirat”a “ışığını giderip karartmak” manasını verir. Ibn-i Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise, Güneş’in dürülmesini onun Arş’a katılması olarak yorumlar. Işığı düren ve toplayan etki ne olabilir? Bilindiği gibi Karadelik çekiminden sadece madde değil ışık da kurtulamamaktadır.
Kıyamet esnasında vuku bulacağı bildirilen Güneş’in batıdan doğuyor görünebilmesi nasıl mümkün olabilir? Gece ve gündüzün Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönüşünden hâsıl olduğunu biliyoruz. Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü tersine çevirebilir mi? Karadeliğin yutulma etkisindeki bir gök cismi yörüngesinden çıkıp başıboş hale gelebilir. Hatta normal dönüşünü terk edebildiği gibi dönüşünü ters yöne de çevirebileceği konusu çeşitli şekilde tartışılmaktadır. Güneş’i ters yönden doğuyor gösterebilecek bir etki de karadeliğin müthiş çekim etkisi ile ışınların yön değiştirebilmesidir.
Kıyamet tasvirlerinde Güneş’in ışınlarının “dürülüp kaldırılması” yani ışınların toplanılması Karadeliklerce gerçekleştirilebilecek bir iştir. Kıyametin gerçekleşme şekli ne şekilde olursa olsun Kur’an’ın sürekli vurgu yaptığı gibi “Eğer Dünya’nın ecel-i fıtrîsinden evvel ezelî iradenin izni ile hâricî bir maraz veya muharrib bir hâdise başına gelmezse ve onun Sâni’-i Hakîm’i dahi fıtrî ecelden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki:
‘Güneş dürülüp toplandığında, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde’ (Tekvîr, 81/1-3)
manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelî’nin izni ile tezahür edip, o Dünya olan büyük insan sekerata (ölüm dakikaları) başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emri Ilahî ile dirilecektir.” (29. Söz).
Amacımız, kıyamet esnasında vuku bulacak muazzam hadiselere bilimin ulaştığı seviyelerden bakarak aklımıza yeni pencereler açmaktır. Olayların gerçek şeklini elbette ki ancak Allah (c.c) bilir.
Bunlar da ilginizi çekebilir:

Haya Âbidesi

Haddini bil yarbay

İstanbul’un fethini geciktiren şeyh

Koç’un gizli ortağı: Burla Biraderler

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Videolarımız

Blog Arşivi

Yorum Yaz